FENOMENAL ALGIDA YILDIZ’LARIN ÖNERDİĞİ: EL ELE VERİN, ‘…İLE OLUN’!

Yıldız Cıbıroğlu

Türkçenin derin yapısında ‘ile ağı’ adını verdiğim çok geniş bir ağ var. Türkçe Sözlük’te, il- kodlu sözcüklerden bize ulaşan ya da türetilen, hepsi de “ile olmakla” ilişkili kelimelerden bazıları şunlar: il, ile, ilk, ilke, ileti, iletişim, iletmek, ileri, ilerlemek, ilgi, ilgili, ilginç, ilinek, ilinti, ilişik, ilişki, ilmek, ilik, üleşmek (paylaşmak), ulamak, ulaştırmak, ulus vb.

Ildız ve el ilişkisi: Eski Türkçede yıldız, ıldız/ulduz biçiminde.Toplumsallaşmayı öneren/başlatan çoğulcu ‘kadın Şamanların’ fenomenal algısında, sayısız (y)ıldız birbiriyle ‘ile olarak’ uyum içinde yaşıyor: her biri özgürce parlıyor, her biri kendi yolunda ilerliyor, onlar eşitçi bir toplumsallaşmanın örneği kabul ediliyorlar. Il-, il-, el-, ul-, ül- vb. işitim kodlu kelimelerin hepsi çoğulcu anlayışla ıldızlara ve ellere işaret ediyor. Yıldızlar eski Türklerde ve bazı eski kültürlerde (kaya resimlerinde) beş uçlu/köşeli çizilmişler. İlksel uygarlaştırıcıların ‘beş parmaklı eli’, ‘y-ıldız’la özdeş. Kırgızistan’da, Saymalıtaş kaya resimlerinde de anahtar imgeler el ve ıldız’dır (…ile olun, derler): Kayalara, karşılıklı duran ve ellerini yukarı kaldırıp birbirine yaklaştıran birçok insan çizilmiş: birbirine yakın duran yıldızlara öykünmeden olmalı: Yıldızların dikkatini çekmek, bakın biz de sizin yaptığınızı yapıyoruz, demek için çizildiler. Bir başka nedeni de bu resimli kayalar kült merkezi olan kutsal yerlerdi ve onları gören insanlar bu davranışları örnek alacaklardı. Neden el ile yıldız biçimleri birleştirildi? ‘…ile olmak’ önce elleri birbirine yakınlaştırmakla başlıyor: Bu anlayış ‘el’e önem veriyor, yıldızlaştırıyor eli: Parmak hesabı elle yapılıyor. Taşı alet haline getiren el! ‘Dokunarak bilen, gören’ eller bir araya gelip doğadaki nesneleri yepyeni şeylere dönüştürüyorlar. Eller birleşince taze ‘hayvan leşi’ kolay taşınıyor. Kanca, çengel, ip, dokuma, peynir, yağ, hayvan derisinden giysi, akça ağaç kabuğundan çizme, davul, kopuz elle yapılıyor. El’le dokunarak sağaltıyorlar. Zanaatları el becerisiyle başlatanlar ilksel kadın Şamanlar. Bu kadınlar arkaik zihinde birbirinden uzak coğarafyalarda, gecenin en parlak (y)ıldızıyla (Venüs Gezegeni) özdeş sayılmışlar. (O çağda zekâ, yetenek, b-ilgi, beceri kadınlarda: Çünkü ‘Anne’ dili ve kültürü ‘Baba’ dili ve kültüründen önce oluştu. Uzun yıllar çocuğuna bakmak, iletişim kurmak zorunda kalışı kadını motive etti.) Gökyüzünde birer yıldızken, icat ettikleri ipe tutunarak iniyor ve insanlara ok yay (metaforu yıldız ve ay) yapmayı, dokumacılığı, tarımı öğretiyorlar. İki el ‘beden dikotomisinin’ en başarılı örneği sayılıyor. İkili yapıya sahip kabul edilen parlak Venüs Yıldızı da öyle! Venüs Türkçede Çulpan/Çolpan! (Çul –dokuma- yapmayı, maya çalarak yoğurt yapmayı, çalgı çalmayı, çobanlığı vb. öğreten ilksel kadın kam. Başka kültürlerde de bu kadınlar dokumayı, mayayı, müziği, dansı, çobanlığı başlatan ilksel uygarlaştırıcı kadınlar. Adları zamana, coğrafya ve iklime göre başka kodlarla olabiliyor.) Bu kadınlar ölünce, onların göğe döndüklerine en parlak yıldızda (Venüs/Çoban) yaşadıklarına veya o yıldıza dönüştüklerine inanılmış.

Aşk bilgisinden devlet bilgisine dek ıldızlarla: (Y)ıldızların içinde evrenselci İkilibirlik’le (=dikotomi) bağıntılanan ıldız Çoban (Y)ıldızı (Çolpan): Yıl içinde mevsimlere göre –aynı yerde- sabah veya akşam göründüğü için, ona bilgelik atfediyorlar. Çünkü her varlığın içinde ‘ikili yapı’ bulunduğunu hatırlatan Venüs. Ayrıca göğün en parlak birkaç yıldızından biri olduğu için de güzelliğin, cinsel çekiciliğin simgesi. Sümer’de Şulpae veya İnanna, Babil ve Asur’da İştar, Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs, Türkçede Çolpan!  Bunlar akşam aşk ve sabah savaş tanrıçaları (‘Anne’ dili ve kültüründe savaş değil, mücadeleydi). Şaman toplumda Çolpan Yıldızı dişil olmasına rağmen, içindeki erkek tinselliğiyle de (yani karşı cinsle, Jung’daki Animus’un eşdeğeri) barışık. Çolpan avcı, iyi ok yay kullanıyor, gece göğünde koyun sürüleri ve at sürüleri var. Atlı çobanlığı yeryüzündeki erkek eşine öğreten o. Çoban için Çolpan Yıldızı akşam veya sabah aynı vakti gösteriyor. Çoban onu izleyerek koyunları meraya götürüp getiriyor. Çolpan her akşam Çoban’ın yanına iniyor, salkım söğütün altında sevişmeyi de öğretiyor çobana. Ildız’ın indiği yer ‘il’ diye anılıyor, ıldız’daki ıl- kodundan alıyor adını (eski Türkçede ıl – il – el dönüşümü çok yaygın); çoban da ‘ilbeyi’nin başlangıcı. (Yıldız-eli yer adıdır ve buradaki mite göre yıldız-soylu olanların yerleştiği ilk ata yurdunu, kültürel cenneti gösterir.) Toplumsallaşma için gereken örgütlenme, oradan, yani iki karşıtın ‘ile olma’sından ve ‘ile olduğu’ yerden başlıyor ve devlet ilişkilerine kadar gelişerek ilerliyor. Çoban ilk ilerleten uygarlaştırıcı, eli ıldızdan (Çolpan’dan) alıyor. Ve onlardan bir soy türüyor (TDK Derleme Sözlüğü’nde ele, ebe; eli, soy). Tıpkı Sümer ve daha birçok yerdeki (Venüs Gezegeni) Ildız’la çoban kral ikilisinde olduğu gibi. Gılgamış Destanı’nda İştar tapınağından bir rahibe yabanıl Enkidu’ya sevişmeyi öğrettikten sonra, Enkidu Gılgamış’la arkadaş olabilir ve toplumsallaşır, devlete hizmete kabul edilir. Kadın erkek ilişkisi eskiçağların insanları için bedenleriyle ve tüm duyularıyla öğrendikleri ulu/yüce bir bilgi/deneyimdi. (1) Model alınan göğün en parlak ıldızıydı. Yıldızları okuyarak ‘yolu/mekânı’ ve ‘vakti/zamanı’ anlama, ilişkilerde hangi tavrı alacağına dair karar verme deneyimlerinden bir fenomen çıkıyor ortaya: Bilinç, bilgi ışıkla özdeş oluyor.

Y)ıldıza Yürümek: Besin toplayıcılar, avcılar,  hayvancı ve ekinci (mevsimlik) konar-göçerler, çobanlar ve kervanlar yolculuğu gece yapmak, göğü gözlemek zorundaydılar. Çünkü henüz pusula, saat yok! Yolculuk gündüz yapıldığında tehlikeli, uçsuz bucaksız steplerde kaybolmak var. Ama gece (y)ıldızlar ışıklı elleriyle yol gösteriyorlar. Yıldızları okuyarak ‘yolu/mekânı’ ve ‘vakti/zamanı’ anlama deneyimlerinden bir fenomen çıkıyor ortaya: Bilinç, bilgi gün ışığıyla; içsel gerçeklik (sezgi, öngörü, bilinçaltı, bilinçdışı) karanlığın içindeki ışıkla anlatılıyor. Saymalıtaş kaya resimlerinde gökten inen ışıklı yıldızlar, insan kimlikli koruyucu atalardır. Kocaman ‘yıldız elli’ kadın figürler görülür. Bazı kaya resimlerinde göğe tırmanmaya yarayacak olan zikzak çizgiler (merdivenler), ipler vardır.İnsanlar yollarda gökyüzüne doğru yönelerek yürümektedirler. Heidegger’in cenaze törenini anlatan Frédéric de Towernicki, büyük filozofun mezar taşında bir yıldız olduğunu ve Heidegger’in Düşünce Deneyimi’nde “Yıldıza doğru yürüyüş, hepsi bu” diye yazdığını belirtir. (2)

Benzer duygu ondan yaklaşık dört binyıl öncesine ait Mısır hiyeroglifinde yan yana sıralanan beş şematik resimle anlatılmış: Yürüyen bir adam, bir baston, bacak, kuş ve yıldız: Mısır dilinde ‘seba’ diye okunuyor, anlamı “öğrenmek”. Bottéro Sumer resim-yazısında ayak ve yıldız işaretini açıklarken benzer şeyleri söylüyor. “‘Yıldız’ işaretiyse, ‘yukarıda’ olan her şeyi ifade ediyordu: Üstünlük, soyluluk, egemenlik, kutsallık.” (3) Sümercede kral unvanını belirtmek için adın yanına yıldız imi konuluyordu.

1)Y-ıldız ile devlet örgütlenmesi arasındaki ilişki Uygurcada net biçimde görülüyor. Uygurcada İl, prens, şehzade; ilig, hükümdar; ilig beg, şehzade, han; iligkan, han; ilkün, halk; iltürmek, rehberlik etmek. il, memleket; il ebi, hükümet konağı; ilçi, sefir; ilenmek, saltanat sürmek, devlet yönetmek; ilgerü, ileriye, ileri; il örgin, saray; ilteber, hükümdara bağlı yüksek devlet memuru rütbesi; il Türgüg, rütbe; il ügesi, rütbe; iltişmek, itişmek, kavga etmek; İl-, ıl-, el- kodlu sözcük-zincirinden çıkan bir yan zincir daha var: Ul-, ül- kodlu: Ulu (yüce), ülemek (paylaşmak), ülgü (ölçü, pay, örnek), ülüş (pay), ülüg (kut). (A. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Söz.)
2)Fréderic de Tovernicki, -Anılar ve Günlükler- Martin Heidegger, Çeviren: Zeynep Durukal, YKY, 2008, s. 120.
3)Jean Bottéro, Eski Yakındoğu –Sümer’den Kutsal Kitap’a-, Dost Kitabevi, Ankara, 2005, s. 190.

Not: Kasım 2015, Cumhuriyet Bilim Teknik, sayı 1497, s. 15’te yayınlandı.

 

Copyright @ YildizCibiroglu.com 2015