DÖRT SANATÇIDA SALKIMSÖĞÜT
Yıldız Cıbıroğlu (Adam Sanat, Ocak 2003, s. 87)
Nâzım Hikmet’te söğüt yas tutan ana:
Evin İlyasoğlu Nâzım Hikmet’in “Salkımsöğütün Türküsü” şiirini 1967 yılında müzik ve imge açısından incelemiş. Bu duyarlı, incelikli çalışmadan buraya yalnızca, İlyasoğlu’nun söğütle, ve konumuzla ilgili olarak söylediklerini alıntıladım:
Salkımsöğüt ve akarsu öylesine birbirinin içinde ki, yaprakların uçları suyla birleşiyor, söğüt su oluveriyor ve birlikte akıyorlar.(...)
S’nin aliterasyonu bir fısıltı, sessizlik ve durgunluk içinde akan ırmağın yankısıdır: “Akıyordu su / gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. / Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!” Ya da tek tek serpiştirilmiş su damlacıkları gibi dalgalanıyor bu s sesi.(...)
“Akarsuyun sesi dindi. / Gölgeler gölgelendi renkler silindi. / Siyah örtüler indi mavi gözlerine, / sarktı salkımsöğütler sarı saçlarının üzerine!”
(...) Doğadaki ışınların önce kararması, sonra solması. Güçsüz ve sessiz bir şekilde salkımsöğütlerin ırmağa doğru eğilişi, sarı saçlarının üzerine çöküşü. Ağlayan, acı çeken bir imgedir burada salkımsöğütler.(...)
’S’ sesinin aliterasyonu da uzun süreli bir euphony yaratıyor. Örneğin “suyun sesi, silindi, siyah, sarktı, salkımsöğütler, sarı saçlarının” gibi.(1)
Şair Nâzım Hikmet ve eleştirmen Evin İlyasoğlu, eskiçağlardaki dünya evren yorumlarında S sesinin salkımsöğütle, sarı renkle, sarkmakla, suyla, rüzgârla, ölüm ve yaşam birliğiyle ilişkisini, eskiçağlarda yaşayan bir ozan/rahip gibi hissedebilmişler. Sanatçının sezgisi ve varlıkbilimin payı önemli burada. Çok çağrışımlı söğütün, varlıkbilime (ontoloji) ilişkin nitelikleri, duyumsattıkları beş bin yıl önce de aynıydı, şimdi de aynı.
Ayrıca Nâzım’ın söğüdünde dalların yere eğilen/düşen hareketi vurgulanmış: Bu ölümün işaretidir, aşağıya inen sol el gibi. Göğe yönelme yaşamı gösterir, yukarı kalkan sağ el gibi. (Semah yaparken ellerin konumu da böyledir.) Burada örnek alınan doğadaki gerçeklik, güneşin her gün izlediği göğe çıkan (yaşamla özdeş) ve yere inen (ölümle özdeş) yoludur. Sol, B. Ögel’de sol-mak’tan kaybolmak, ölmek anlamına gelir. Türkçe’deki sol sözcüğü dillerarası alanda ortak simge olan ve güneşi gösteren sol- sözcüğü ile ilişkili olup batan güneşe gönderme yapar. Ancak günümüzde Türkçe’deki sol sözcüğünün güneşle doğrudan ilişkisi gerilemiştir. Aynı zamanda kese biçimli salkımsöğüt, Mezopotamya’nın söğüt tanrıçası Salma’nın rahmidir; güneşi her sabah içinden çıkarmakta, her akşam içine almaktadır. Güneşin batışı (doğa anaya dönüş) ölümün simgesidir. Nâzım’ın bu şiirinde atlılar güneşin battığı yere gider; koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Ve ölürler: Nal sesleri sönüyor perde perde / atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Erkek kahramanların ölümü güneşin ölümüyle örtüşür. Salkımsöğüt doğa-ana gibi çocuklarının ölümüne kederlenip ağlar.
Sallow, benzi sararmış, solgun demek (iki sözcük arasındaki ses ve anlam benzerliğine dikkat). John Ayto’nun Dictionary of Word Origins adlı etimolojik sözlüğünde sallow, willow (söğüt) sözcüğünün ilk biçimi; sallow Icelandic sölr (yellow=sarı) sözcüğü ile ilişkili ve prehistorik Germen dilindeki salkhaz’dan geliyor; Fransızca’da saule söğüt. Latince’de salix (söğüt). Ansiklopediler söğüdün vatanının Mezopotamya olduğunu yazar.(2) Eski Uygur Türkçesinde salsöyüt salkımsöğütün adı (A. Caferoğlu’dan) TDK Derleme Sözlüğü’nde söğüde benzeyen bir otun adı salmanca. Bu ot birçok coğrafyada kutsal sayılır. Salmanca sözcüğünde, otun “Salman gibi” olduğuna ilişkin anlamı vardır ki, eski inançtaki Mezopotamya söğüt tanrıçası Salma’ya ya da onun oğluna, eşine gönderme yapılmaktadır.
Metin Cengiz’de söğüt oynaş:
Metin Cengiz’in bir şiirinde, hem ince bir duyarlılıkla hem de bilinçdışıyla yakaladığı, söğüt ağacının oynaş kadınla (ve eski aşk tanrıçasıyla) örtüşen imgesi, yazılı belgelere göre beş bin yıllık. Şair, bir kadın gövdesinin -onu erkek gövdesinden ayıran- salınımlarını, giderek bir dansözün salınımlarını, kadının yerine salkım söğütü anlatan sözcüklerle görselleştirmektedir adeta. Bu şiir çok başarılı bir eğretileme (metafor) örneğidir bence. (3)
Söğüt ağacı uğunup duruyordu, / (...) / Telaşlı, üzgün ve hızlı çarpışmalarla / dallar ve yapraklar dövüyordu birbirini. / On dördünde bir kızın rüzgârdaki saçları gibi / her salkımı ayrı bir örgü örüyordu. / Zayıf, cılız bir söğüt ağacıydı işte.
(...)
(...)Derdi neydi, âşık mıydı bir yolcuya, bilinmez / kıyıları döven dalgalara benziyordu dalları / Yaprakları sıçrayan sulara kayalıklarda. / Kendini mutlaka bir dansöz sanıyordu.
Bir kolu sola bir kolu sağa, bir rüya / havada şöyle bir dolanıyordu. / Sonra eğilip bir düşü, öne doğru / bütün güzelliğiyle salınıyordu. / Derken eller önde kavuşup, sevinçten uçarak / öpüşüyordu defalarca, - yıkanarak aynada / birbirine âşık iki genç gibi.
S sesini duymuyoruz şiirde ama S sesinin eski insanların zihninde oluşturduğu görsel imgeyi (imago); dallarını S’ler yaparak aşağı salmasını, salınımını, sallanmasını, sarkmasını, savrulmasını, sarılmasını hissediyoruz. Şair söğüt ağacıyla yarattığı metaforda danseder gibi devinimlerinden ve hafifliğinden ötürü iki anlamda da oynak, güvenilmez, aşkta ve cinsellikte özgür, ama sorumsuz kadın kimliğini anlatıyor. Sümer destanlarında ataerkil yapı ilerledikçe çok eşli aşk tanrıçasının da giderek bu zayıf karaktere büründüğünü görürüz.
Gidi ilkel sessizliğin söğüdü, seni / İstanbul’a götürmek var koklamak için / Çiçek yerine, sabah akşam / ve sarmak gecenin kollarıyla. / O canım yabansılığınla ne güzel şarkı olurdun / ateşler yakardın perişan ruhumda / dağ taş da konuşmaya başlardı ama / bu cazibenle, bu huyunla sen / çabuk bıkardın benden / özlerdin gelip geçenleri yoldan. / İyisi mi kal yerinde / oynaş dur.
John Ayto, etimolojik İngilizce sözlüğünde; söğüt anlamındaki sallow sözcüğünün Prehistorik Germen dilindeki salwa’ya kadar gittiğini, Fransızca’nın da Saule/sale sözcüğünü aynı kaynaktan ödünç aldığını; bu sözcüklerin ortak anlamlarından birincisinin kirli/pasaklı anlamına geldiğini söyler. Türkçe’de salkım saçak sözü benzer niteliği çağrıştırır. İngilizce’de sally sözcüğü pasaklı anlamına da gelir. (Sala, Şala tanrıça Salma’nın öteki adları.) Söğüt ağacının yere sarkan, savrulan dallarıyla oluşturduğu etki, eski saygınlığını yitiren söğüt tanrıçasını dilde olumsuzlamak için kullanılmış olmalı. Metin Cengiz’in şiirinde, evrensel söğüt imgesinin bu salkım saçak görüngüsünün daha gerisinde, “yabanıllar”daki üst ben tarafından denetlenmeyen, doğal içgüdülerin, taşkın duyguların yönettiği “güvenilmez” kadın kimliği de var. Passolini, Medeia filminde Medeia’ya kabaran dalgaları örnek alan bir giysi giydirmişti, ki bu şiirdeki söğütle örtüşmektedir o giysi. İşte Metin Cengiz’in şiirindeki söğüt-kadın kimliğine cuk oturan da budur.
Sadık Aslankara’da söğüt perde:
Salkımsöğüt bir çadırı andırışından ötürü de gök kubbenin mikrokozmik örneği sayılıyor, altına gerdek yatağı konulan ya da doğum yapılan gizemli bir mekân olarak kullanılıyordu. Anadolu halk türkülerinde söğüde yer verilmesi, ‘Söğüt’ adlı yerleşim yerinin bolluğu eski kadın tapımlarıyla ilişkili olsa gerek. Sadık Aslankara’nın çocuk ruhbilimi açısından da önemli olan bir öyküsünde, söğüdün altında oynayan iki çocuğun dostluğu, kadınların, küçük çocuğun büyük çocuk tarafından kirletileceği kuşkusuyla sürekli gölgelenir. Burada, yasaklanmak istenen dostluğa karşı çocukların salkımsöğüdün altına sığınmaları ve ağacın bir perde gibi o masum dostluğu tehlikeli bulan gözlerden saklaması öne çıkar. Söğüdün dalları kadın saçıyla da özdeştir.
Salkımsöğütlerin suya ağışını seviyorum en çok. Büyük Menderes’in kıyıcığında daha yeni fiyonklanmış salkımsöğüt perdelerinin gerisinde, altımıza birer çul seriyor Hasan. Banyoda annemle teyzemin önlerinde iplikledikleri saçlarının perdesinden bana bakışları gibi Menderes’in ışıltılarını seyrediyorum salkımsöğütlerin parmak aralarından.(4)
TDK Derleme Sözlüğü’nde sallık, evin salon bölümü. Sella, antikçağ tapınaklarında iç avluda, kutsal pınarın olduğu yerde inşa edilen iç tapınağın adı. Salle (Fr.), evlerde oda; salon (Türkçe’leşmiş), aynı sözcük ailesinden. Arapça’daki zulla sözcüğü ile söğütü gösteren sallow (İng.), salix (Lat.) sözcüklerinin benzerliği ilginç. Zulla evin avlusuna yapılan gölgeliğin adı; sözcük İon tapınağındaki sella’yı da çağrıştırıyor. Zıllullah, Allah’ın gölgesi demek. Kanımca ilk kaynak, tanrıçanın kurgusal özdeşi salkımsöğüt fenomenidir; ayrıca Mezopotamya’da ve birçok yerde tapınağın tanrı-ananın gövdesine benzetilmesi ve sal’ın (arkaik anlamıyla kozmik vulvanın) simgesel karşılığı olan mimari bölümün tapınağın ortasında/iç kısmında yer almasıdır. İyon tapınağında da aynı işlevle yükümlü bulunan sella adlı mimari bölüm, doğan güneş-tanrı sabah göğe yükselebilsin diye -üstü çatısız olan- avluda yapılıyordu. Yani sella yaşam veren kozmik vulvanın metaforuydu. Türkçe’deki sıla sözcüğü sal ile bağıntılıdır. Birçok arkaik dilde rahim, oda, ev, yurt, toprak kavramı aynı sözcükle gösterilmiştir.
Muzaffer Akyol’da söğüt rahim:
Ressam Muzaffer Akyol’un Doğaya Sevgi Ektin Umut Oldu adlı tablosunda doğum yapan masum bakışlı kadının kucağında bir kara kedi (kedi tanrıçanın evcilleştirdiği yabanıl hayvanı ve uygarlaştırdığı erkeği simgeler), dizlerinin önünde de bir salkımsöğüt vardır.(5) Ağacın yeşil bölümü kese biçimli dişil imgeyi, gövdesi eril imgeyi anıştırır. Söğütün sık dalları perde gibi iner. Resmin adındaki “sevgin ektin” kavramı da tarımcılardaki çocukla ürün özdeşliğini akla getirir. Muzaffer Akyol başka resimlerinde de aynı çağrışımlarla yüklü salkımsöğüt, palmiye benzeri (eril dişil imgeler bir arada olan) ağaçları katmıştır.
Kadınlar dallarından sele, sepet, ağ, (Çayönü’de örneğini gördüğümüz) sepet örgü ev; kabuklarından elde ettikleri ağrı dindiren salisin (aspirinin ana maddesi)ile ilaç yaptıkları için, söğüt Yenitaş Çağı öncesinden beri çok önemlidir. Robert Graves diyor ki: Eski Yunan’da Tanrıça Persephone’nin korusundaki söğüt ağaçlarını dokunaklı biçimde gösteren Polygnotus’un ünlü resmi, Orpheus’un güzel bir sözünü temsil eder: Şairleri kutsal yapan söğüt ağacını yakma.(7) Yani, odun muamelesi yapıp ateşe atma, diyor. Yeryüzünün bütün sanatçıları zamana ve uzama karşın birbiriyle akrabalar; kültür ve dil de öyle.
1)Evin İlyasoğlu, Salkımsöğütün Türküsü, Adam Sanat, Ağustos 2001, s. 59.