KADININ YAZISIZ TARİHİ ‘M’ ve ‘N’ SESİ, Payel Yayınevi, İstanbul, 1996
2. baskı Ocak 2016
Üzerinde on yıl çalıştığım Kadının Yazısız Tarihi M ve N Sesi adlı araştırmam Mayıs 1996’da Payel Yayınevi’nde basıldı. Bu araştırmamda ‘anne’yi ve ‘ben’i gösteren sözcüklerin neden hemen her dilde M ya da N ile gösterildiğini sorguladım. İleri sürdüğüm sava göre kadınlar, Neolitik Çağ’dan da önce, ‘tanrı-ana’nın bedenleştiği koyun/keçi/inek gibi totem hayvanların sesini M/N biçiminde yorumlayıp kutsal saydıkları aşamada, sözcükleri M ya da N ile başlatmışlardı. Sözcükler birbirini ve hepsi ‘yüce-ana’yı (ya da uygarlaştırıcı kadını) göstermekteydi.
Üretim çağını başlatan tarımcı kadınlar -benim savıma göre- üreme ve üretimi ayrıştırmadan ele alıp onların anlamını, dünya ve yaşam yorumlarını kendi cinsiyetleriyle açıkladılar. Burada sözünü ettiğim ‘üreme ve üretimi ayrıştırmadan’ ele alma durumu kadınlara özgü bir bakış açısıdır ve benim sözcük-kodlamalarından, görsel (s)imgelerden yola çıkarak ulaştığım bir tespittir. Çünkü bu bakış açısı en çok kadınların icat ettiği simgeci dizgelerde ortaya çıktı. Kadınlar bilimin olmadığı çağlarda, üreme ve üretim alanında kendilerini yetkili saydılar ve bereket büyüleriyle üreme ve üretimi denetleyebildiklerine, sorunları çözdüklerine insanları inandırdılar. Büyüyü silah yerine kullanarak tinsel üstünlük sağladılar. Büyü edimleri onları simgeciliğe yöneltti, üreme ve üretimi ayrıştırmadan benzer simgelerle işaretlediler. Böylece ‘devlet öncesi’ dönemde ‘kadın cinsiyeti’ merkeze alan ve zincirleme dizilerle oluşan, ‘M’ sesiyle kodlanmış “ikon sözcükler” ortaya çıktı. Bu oluşumun içinde kadınlar ‘ben’i gösteren sözcükleri de (her varlığın ondan çıktığı düşüncesiyle) yüce-anaya işaret ederek M sesiyle başlattılar. (Eski Genel Türkçe’de de men/mana, Türkiye türkçesinde halen kullandığımız ‘ben’den/’bana’dan öncedir). Kadının Yazısız Tarihi M ve N Sesi adlı kitabım kadının başarılı olduğu ve anne dilini, yüce-ana veya tanrıça dinini kurduğu bir zihinsel evrenin adsözcüklerini inceler.
Dilbilimde, göstergebilimde (semiyoloji) ve kültür tarihinde M sesinin en eski sözcük sesi olduğu, çocuk ve anne sesiyle ilişkilendirildiği biliniyordu. Benim araştırmalarımın sonunda yaptığım ve bu bilinenlere kattığım çıkarsamalar şunlar oldu: 1) M/N sesi, tarihöncesi çağdan başlayarak -ineğin ve koyunun sesine öykünme- sonucu kutsallaştırıldı. Bunlar arketipsel adsözcükler olarak, her yerde (her dilde) ve her zaman (başlangıçta) anneyi ve çocuk dilini, sığır ve davarın dilini göstererek ikon sözcükler şebekesini oluşturmaya başladılar. 2)Ben/benim kavramları ile (yüce ana yalnızca üremenin değil üretimin de başlatıcısı, yetkilisi sayıldığı için; doğurdukları ve ürettikleri için, kendine güvenle ve güçlü bir biçimde ‘benim’ diyebildiği için) anne ve önder kavramı birleştirildi. Giderek yetkeyi/yetkiliyi göstererek M’li ikon sözcükler şebekesi büyüdü. 3)Kadınlar üretimi ve üremeyi ayrıştırmadan simgeci bir dil oluşturdukları için, her nesneyi ve her varlığı kapsadılar; onların üzerinde hak sahibi oldular: Onların simgeci dili büyülerde kullandıkları araç oldu, büyü en büyük silahları oldu. Bu durum erkekler üzerinde zamanla bir baskı oluşturdu. 4) Erkekler devleti örgütlediler ve büyü silahını kullanan kadınlardan ötürü, kadınları genel bir tehdit olarak algıladılar. Örgütledikleri devletin yazılı dilini, ritüel dilini, kutsallarını, büyüyle karışık bilgilerini oluştururken anneleri, ablaları ya da sevgililerinin deneylerinden yararlandılar. Ayrıca kadınların icat ettiği ip, ağ, dokuma, toprak çanak, sepet, hasır, heykelcik, tılsım, büyü nesnesi vb. üretimin, üretmeye ilişkin deneybirkimlerinin de mirasçısı oldular. Fakat kadınları zamanla devletin oluşumlarından uzak tuttular. Erkekler arasında kadınların büyü tehditlerine karşı güçlü bir ittifak meydana geldi. M’li ikon sözcükleri eril cinsiyete dönüştürdüler. Yazı ile erkeklerin tarihini yazmaya özen gösterdiler. Ekonomi, siyaset, eğitim, tapınak, üretimin denetimi erkeklerin elindeydi. Oysa ilk icatları kadınlar yapmıştı. Onlar yazıya geçirilmeyince unutuldu. Veya yazıya geçirilen tabletler büyüyle büyü imleriyle karışık oldukları için tehlikeli bulunup kırıldı. (Kadınların yazıyla olan ilişkileri dağınık biçimlerde karşımıza çıkmakta olduğundan onları kısaca böyle bir varsayımla açıklamaya zorunluyuz.)
Mitolojilere doğru gittiğimizde üretimi başlattığı veya uygarlaştırıcı nitelik taşıdığı için saygı gören, unutulmayan önder kadınlar olan yüce-anaların, tanrıçaların adlarının sıklıkla M’li adlarla başlaması dikkat çekicidir. Bunun sebebi bu önder kadınların kendilerini, kutsal atalar olarak kabul ettikleri sığır ve davarın dişileriyle özdeş görmeleri, bu hayvanlarda bedenleştiklerine inanmaları ve onların seslenmesine öykünmeleridir. M ile başlatılan ‘ben/benim’ sözcükleri de bu önder kadınlarla iletişim kurmak, onun çocukları (veya ondan) olduklarını kanıtlamak için devam ettirildi. Aynı zamanda koyun ve kuzunun (ya da inek ve dananın) birbirine karşılıklı seslenmelerinden yola çıkılarak, M/N sesi anne ve yavrusuyla ilişkilendirildi ve aynı çağrışım kümesine konuldu. İnek ve koyun gibi hayvanların kutsallaştığı ve onlara öykünerek ‘anne’ ile ‘ben’ sözcüğünün M ve N ile çok geniş biçimde yorumlandığı savı, Kadının Yazısız Tarihi M ve N Sesini’nin temelini oluşturur. Evrensel anlamda birçok dilde M sesinin hem anneyi hem de ben sözcüğünü göstermesi, kadının dilin içinde nasıl konumlandığının, hangi anlamları ürettiğinin ancak antropolojik, ontolojik açıdan irdelenince açıklanabileceğini göstermektedir.
‘Ben’ kavramının daha önce de var olduğunu; kendi bedeninde duyduğu acının, kişiyi başkasından ayırdığını; erkek avcının yakaladığı avı için ‘ben-im’ dediğini tasavvur etmek güç değil. Ancak ‘ben’ ve ‘benim’ sözcüklerinin M ile başlama nedenini ve farkılılığını aradığımızda; kadının, anne olarak kendisiyle doğurduğu bebeği ve ‘koyun/inek’ ile yavrularını aynı çağrışım kümesine koyması en önemli etken olarak öne çıkıyor. Köy yaşantısıyla başlayan, ağılı ve ahırı sığır ve davarıyla bu köy yaşamının içine alan ve bu tarz yaşamı binlerce yıl sürdüren yerleşik hayatın ilk mülkiyeti pekiştirici etkileri de M sesini güçlendirmiş olmalı. Özetle insanın kendini özdeş kıldığı M ve N sesi yaşam pratikleri içinde kurulan insan hayvan işbirliği içindeki bağlardan çıktı.