(Cumhuriyet Bilim Teknoloji, sayı 1450, 2 Ocak 2015’te yayınlandı.)

GÖZLE GÖRÜLEN, YADSINAMAYAN DOĞRU KATEGORİSİNİ GÜNEŞ TEMSİL EDER

Yıldız  Cıbıroğlu

Güneş ‘model’ yapılarak, onun üzerinden ‘doğa’, ‘doğmak’, ‘doğrulmak’ ve ‘doğru olmak’ sözcükleri onaylanmaktadır: Tümelde doğa bütünselliği içinde varlıklar için varolmanın görüngüsü; Güneş gibi doğmak, doğrulmak, kendini dünyaya olduğu gibi göstermek  ‘doğru olmak’tır. Bu üçlü davranış dizisi varoluş’un ilkeleri olarak kabul edilir: Varoluş Güneş için batana kadar sürer. Güneş her sabah yeniden dirilir, doğrulur, herkes tarafından görülür, ortalıktadır ve (bulutlu havalar dışında) kendini dünyaya aydınlık, saydam/berrak biçimde gösterir. Gözün gördüğü somut gerçekten soyuta geçilmekte ve ‘doğru’ kavramı da Güneş’in doğumuyla başlatılmaktadır. ‘Evrensel’le ‘doğru’ ilişkisi bu zincirde, evrendeki tüm varlıkları kapsayacak şekilde, evrensel doğrular üzerinde ‘uzlaşmak’tan kaynaklanır. Eski kamlar doğru kavramını sınıflandırmışlardır. Bu kategorilerin her birini göksel ışıklı varlıklarla temsil etmişlerdir: Güneş’in temsil ettiği doğru kategorisi, herkesin gözüyle gördüğü, kimsenin hayır diyemeyeceği evrensel doğrular veya gerçekliklerdir.

Şaman tinselliğinde doğmak kavramı somut anlamından çok, Şamanlıktaki veya bilgelikteki ‘tinsel/zihinsel’ açıdan ikinci kez doğma olgusunu içerir.  Togu/doğu, Güneş’in doğduğu yer (Doğ- eski türkçede tog- biçimindedir); togu (vatan, toprak; ancak yanı sıra fikirlerin doğduğu til/dil ve tinsellik de insanın vatanı, yurdudur: Kaşgarlı’da bir atasözü: “Toprak terk edilir, til terk edilmez” diyerek; dilin, tinsel toprak olduğunu belirtir.) Devam edelim: tug-mak (doğmak), toğom (tohum), tohur (ürün), toklu (bir yıllık kuzu), togu (örf, töre, düzen), togru (doğru), togru (bıçağın kabzasıyla kesici bölümü birleştiren düz ince demir), doğru, eğri olmayan, dürüst; doğruluk (etik), turuu veya tuuru (Şaman ağacı), togrul/toğrul (mitsel kuşun adı; Hayat Ağacı’nın tepesinde yaşayan ve destan kahramanı Er Töştük’ü erginleme sırasında içine alıp yeniden tinsel boyutta doğuran/dönüştüren, ona varoluşun gerçekliğinin tinsel ve bedensel doğrulma olduğunu öğreten kuş’un adı), togrul’, ‘doğrul’ (doğrul, doğru ol, dik dur, anlamında. -B. Ögel’den-).

Modellemeler: Güneş’in doğumla başlayan doğrulma süreci ve her sabah yılmadan yeniden doğrulmayı sürdürmesi; ağacın asla yatık olmaması, ölene dek dik/doğrulmuş olarak yaşaması ve Hayat Ağacı’nın tepesinde daima doğrulmuş olarak duran toğrul kuşu; Tuğrul erkek adı Toğrul’dan gelir), doğa (esin kaynağı olan, gözlemlenen, örnek alınan, uyumlu yaşanan tabiat), doğan (Türklerde ongon, kutlu kuş; bu sözcük-zincirinin semantiği bağlamında ‘doğan’ ikinci kez doğarak yerin bağlarından kurtulmayı, özgürleşmeyi temsil eder).

Hindistan’da doğum tanrıçasının adı Togors’dur ve oğlu Dana adını taşır. Kadının gebeliği de herkes tarafından görülmüş, doğurduğu çocuk da en azından ebe tarafından görülmüş, ebe tarafından ona damga basılmıştır. (Gılgamış’ı yıllar sonra ebesi doğumda vurduğu damgadan tanır.) Kadın ya gebedir ya değildir. Buradaki gerçek kesin doğrudur, “hem öyle hem böyle” değildir. Güneşin doğumuyla kadının yaptığı doğum ‘kesin doğru’ kategorisini temsil eder.  Güneş her sabah yeniden doğan, toprak ananın her sabah doğurduğu varlıktır. Her sabah ‘doğum’ olayının tekrarlanması tog- kodlu sözcüklere ve toguz (dokuz) sayısına yansıtılır. Toguz sayısı 9.000’e çıkarılarak sonsuz yeniden doğumlara atıfta bulunur. Dokuzlu sayılar yüceltilerek Güneş’e şükran ifade edilir.1 Bahaeddin Ögel, Türk ve Moğollarda asıl kutsal sayının “9, 90, 900, 9.000” olduğunu belirtir.2

Tog- veya doğ- sözcük kodu türkçenin derin yapısında tarihöncesinden başlayıp korunan, arketipsel bir sözcüktür. Doğumda dölütün kadının içinden kopuşuna öykünen onomatopik bir fonetik yapıya sahiptir. Tog- kodlu (veya benzeşik kodlu) sözcükler anlamlı bir örüntü, bir dizge oluşturmuşlardır. Zincirdeki semantiğin temelini olgular, varlıklar arası ilişkiler ve insan olanlarla insan olmayanların -ayırt edilmeksizin- hep birlikte nasıl mutlu olacaklarına dair önermeler, çağrışımlar oluşturur. Sözcük-zincirinin anahtar sözcükleri bilindiğinde anlaşılmaları güç olmaz. Bu söcük-zincirinin anahtarı tog-/doğ- sözcüğüdür. Sumerolog Kramer Sumer şiirlerinin bazılarında “evrenin kuralı olduğu düşünülen ‘anahtar sözcükler’in  ve ‘örüntüler’in bulunduğunu” belirtir.3

Güneş’in varoluşunun, her sabah izlediği yolun tanığı olmayan yoktur: Her biri dik açı çizerek Güneş çemberinden çıkan, doğru ve düz (eğri değil) bir yol izleyen ışınlar da; Güneş’in doğru olma durumuyla ilişkilendirilmesinde esin kaynağı olurlar. Orhon Yazıtları’nda tugsık, Güneş anlamına gelir. U sesi uzaydaki uzaklığı belirtir. U sesinden O sesine geçildiğinde O sesbirimi yuvarlaklığı, doluluğu anlatır. Tog- (ve türevleri) ile kodlanan bu sözcük-zincirini incelediğimizde ortaya şu çok basit doğa gerçeği çıkar: Güneşin doğuşuyla birlikte aydınlanan yeryüzü, insan tarafından daha iyi görülür/gözlenir, bilinir, anlaşılır duruma gelir; bu olasılıkla insansılardan beri deneyimlenen bir gerçekliktir. ‘Güneş gözle görülen doğrularla’ ilişkilendirilmiştir. Pek çok ikonografide ve çağdaş resimde Güneş gören üst göz’dür. İnsan soyu gözle görülen doğrular ve adalet üzerine ürettiği düşünceleri, uslamlamayı Güneş’in doğuşuyla ilişkilendirmiş; en güçlü varlık (ışık ve ateş) olarak gördüğü Güneş’le doğru’yu (töre/etik) savunmuştur. Güneş aynı zamanda gözle görülen doğruları da temsil eder.  

Işıktan okları gerçeklere işaret eder: Bilgelikte etik/töresel kavramlar Güneş üzerinden oluşturulan ‘simgecilikle’ açıklanmaya başlanır: Güneş hiyerarşik davranmaz, bütün varlıklara ışınlarını eşit miktarda dağıtır; Sumer mitlerinden başlayarak, o, evrensel adalet, doğruluk/etik, eşitlik, gözlem yapma ve uslamlama, bilgi/bilgelik simgesidir. Kramer, “Sümer tanrıları içinde en güçlü olanı Utu’dur, yalnızca görünüşünde değil, Kutsal Yargıç ve Doğrunun Koruyucusu, yazgı tanrısı” olduğu için, der.4

Güneş yol gösteren rehber, güvenilir dost, iyi bir ağabeydir: Güneş her gün Doğu’dan Batı’ya doğru bir yol izler. Bu doğruluğun yolu olarak yorumlanır. Aynı zincirin anahtar sözcükleriyle başka dillerde de karşılaşırız: İngilizcede true, doğru, hakiki, gerçek; truth doğruluk, hakikat: yunancada dogma, sorgulanmayan doğru, anlamına gelir.  Türklerin izlediği yol da daima Doğu’dan Batı’ya doğru olmuştur. Sumer Gılgamış Destanı’nda Utu (=Güneş Tanrı; tu, doğmak) Kral Gılgamış’a rehberlik eden adil, bilge ve aydın bir ağabeydir. Fakat Güneş’in steplerde veya çöllerde yolculuk yapanlar için yol/yön, vakit gösterici olması sınırlıdır. Çünkü çöllerde ve steplerde yolculuk yapanlar bu yüzden geceyi tercih ederler. Yıldızlara bakarak yolu daha kolay bulurlar. Çünkü yıldızlar çoğuldur ve daha zengin işaretler belirlemeyi olanaklı kılmaktadırlar.

Güneş’in doğuşu ile yeni bir fikrin doğuşu arasındaki benzeşim: Türkçe tog- zincirinde tug-mak (doğmak), tug-um (doğum), toğom (tohum), tohur (ürün), togu (örf, töre), togru (doğru); doğru (adil, eğri olmayan, hileye sapmayan), doğruluk (etik, hakikat), togrul/doğrul (dik dur, onurunla var ol) sözcükleri arasındaki bağıntılarda kendini çağrışımlarla hissettiren şey Güneş’in doğuşu ile tinsel fikrin doğuşu arasındaki benzeşimdir. Jung fiziksel doğumla yeni bir fikrin doğumu/tohumu benzeşimini arketipsel bağlamda ‘meyve veren sözler’ (logos spermatikos) olarak ele alır: “cinsiyetler arasında doğal bir tamamlayıcılık vardır, ve bu durum ‘bir çocuğu’ doğurmak gibi yalnızca fiziksel bir seviyede değil, aynı zamanda ‘spiritüel’ (=tinsel – YC) bir çocuk doğuran gizemli imgeler arasında da gerçekleşir.”5

‘Yerle gök arasında’ tohumlanan ve doğrularak var olan Güneş gibi, düşünce tohumları da karşıt düşünceler arasında doğmakta ve insan soyuna göğe yükselen Güneş gibi ışık saçmaktadır. Prof. Dr. Süleyman Velioğlu (psikiyatr, filozof, ressam) ise doğumla yaratıcılık arasındaki ilişkiyi şu sözlerle açıklıyor: “Yaratma edimi çoğu zaman hep ‘doğum’ olayına benzetilmiştir Yaratma ediminin bilinçdışı’ndaki ilk etkisi şiddetli ve sarsıcı bir duygulanımla yaşanır; canlı varlığa biçim veren tohumun organizmaya düşmesi anında olduğu gibi bir aşkla.”6

Güneş her sabah iki karşıt enerji (yer – gök)  arasında yeniden doğan ‘yaşam enerjisi’nin tohumu ve ‘düşüncenin’ tohumu kabul edilmekte; sürekli değişimi ve tamamlanmamış/bitmemiş olanı göstermektedir: Güneş, dişil yerle eril gök arasında devinir. Yer ve gök birbirine en büyük iki karşıt, iki farklı varlıktır; bu nedenle ‘eşit hukuklu’ karşıt ikililer için ‘rol-model’ işlevi görürler: Onların arasında çatışma (ilkbahar öncesi yıldırımların gürlemesi, yıldırımların yakıcılığı) ve uzlaşma (ilkbaharda parlayan güneş, yağan ve toprağı yeşerten yağmurlar) vardır. Yer - gök karşıtlığında ‘çatışma’ ve ‘uzlaşma’, varlıkların dengesini bozmadan ve çevreyle birlikte daha iyi bir duruma geçmek koşuluyla kabul edilir. Yer - gök ikilisi ve ikisi arasındaki tohum/ürün olan ‘Güneş’, bu çatışma ve uzlaşmanın en parlak, özenilesi çocuğu/meyvesidir. ‘Yer-gök-Güneş’ doğadaki diyalektiğin en görkemli ‘üçlü’sünü oluşturur ve diyalektikteki ‘tez -  antitez – sentez’i temsil ederler. Şaman zihniyet, doğadaki diyalektik mantığı örnek alır ve –dogma olmayan- ‘evrenselci İkilibirlik’ anlayışını oluşturur. Doğanın ve insan tininin içinde sayısız ikili karşıtlar, onlar arasında oluşan sayısız enerjiler ve o enerjilerden doğan sayısız yeni şeyler (aynı zamanda değişimler) vardır. Bu gerçeklik her tür insan-insan ilişkisinde, insanla insan olmayan varlıkların ilişkisinde, durumda ve olayda model gösterilir: Bu yazıda ele alınan ve ‘tog-‘ koduyla başlatılan sözcük-zinciri tümelde Güneş’in ‘doğa, doğmak, doğrulmak ve doğru’yla kurulan ilişkisine odaklıdır. Zincirdeki sözcükler yaşamın anlamını ezelden beri sorgulayan insanın, tinsel dünyadaki yolları üzerinde yer alan ve uyaran bir tür trafik lambalarıdır.

Eski türkçede togru, eli ‘kesmeyen kabza’ –yani uzlaşan- ile bıçağın ‘kesen bölümünü’ -yani çatışanı- birbirine bağlayan ‘düz’ ince demire verilen addır. Düz/doğru ince demir ‘iki karşıt’ın (kesme/şiddet ile yaratma) arasındadır. O aradaki bölüm (togru) dengeli olmazsa bıçak işe yaramaz. Bıçak yaratıcı nesneler yapmak ya da yok etmek için iki yönlü kullanılabilir. Doğ- köküyle yapılan sözcük-zincirindeki önerme “iyi ol”, “kötü olma” demek yerine “doğru ol” demektedir: Bu önemli bir farktır. İyi ile kötü gözün gördüğü doğru kategorisine girmez. İyi ve kötü görecelidir. Şu kişi için iyi olan bir başka kişi için kötü olabilir. Ama Güneş’in gösterdiği ve gözün gördüğü doğru kategorisi herkes için doğru olanı, evrensel doğru’yu anlatır. “Doğru ol” sözü, “adil ol” anlamında daha gerçekçi bir önermedir.

Konuşma dilinde tog- kodunun kaynağı yıldırımın sesidir: Güneşin doğuşu ‘görsel imge’, yıldırımın sesi ‘işitim imgesidir’: Çocukluğumda Malatya’da annem ve komşu kadınlar aralarında konuşurlardı. En çok zevk aldıkları konu, ve onların en önemli maceraları doğumla ilgili olaylardı. Bir kere bu kadınlar benim çocukluğumda sabaha karşı tan vakti, yani Güneş’in doğumuyla birlikte doğururlardı. İkincisi, evde ebe doğurturdu. Annem genç bir komşunun ilk doğumunda bulunmuştu. Doğum yaparken annenin kemiklerinin çatırdadığını kulaklarıyla duyduğunu defalarca anlatmıştı. Bunu mucizevi bir açılma olarak görüyordu. Gerçekten bu ses işitilebilir mi bilmiyorum. Ama o bunu yaşamış, algılamış ve çok etkilenmişti. Buradan doğum, togum sözcüğünün neden tog- koduyla başladığına gelmek istiyorum: Doğumda gerçek veya algı, fark etmez; işitilen o çatırdama ile ilkbaharda yıldırım düşerken duyulan tog sesi benzeştirildi. Doğumda en mucizevi an kadının içinde kökleşmiş bedenin kendisinden söküldüğünü, koparıldığını hissettiği andır. Güneş’in tan vakti kızıllıklar içinde doğuşu doğumun kanla gerçekleşmesiyle benzeştirilmiş; ilkbahar yağmurlarını haber veren yıldırım ve şimşeklerin, gergin, elektrikli bulutlu havaların içinden çatırtılı seslerle ortaya çıkışı da doğumun sesi yapılmıştır: hem Güneş’in hem de çocuğun doğuşu trag/trak veya tog/tok sesiyle başlatılmıştır.

Her ikisinin de ortak yanı, ‘yer – gök’ gibi karşıt ikili arasında’ ışık ve sesle başlayan enerjidir. Doğan çocuk ‘nur topu’dur, Güneş veya dolunay gibi. Güneş’in doğuşu -kolektif bilinçdışında- mucizevi bir şarkı imgesiyle de ilişkilendirilir: Güneşin doğuşunun şarkıyla ilgisi; kuşların tan vakti başlayan cıvıltısı, şakımalarıdır. Ama en çok etkileyen orman horozunun Güneş’i görünce müjdeli bir ezgiyle haber vermesi olur. Kadınlar önceleri tan vakti doğum yaptıkları için, çocuktan, doğar doğmaz çıkan ağlama sesidir. Aynı anda tümelde Güneş de doğmaktadır. Horozun ezgili müjdesi, çocuğun ağlama sesi, doğan Güneş ve doğan çocuk! Bu ilişkilendirmeler tamamen kadın tinselliğinden çıkan yorumların, benzeştirimlerin sonucudur. Daha sonra Güneş krallar ortay çıktığında da sürecektir. Her iki olgu da sonsuzca yinelenen gerçeklikler olarak bilinçdışında korunmaktadır. Bu müjdeye ilişkin sesler Güneş’in doğuşundaki görkemli kızıllığa –günlük evrendoğuma- eşlik ederler. Güneş’in ‘doğuşuyla’ ve bu seslerle dünya ‘değişir’, her sabah yeni bir yaşam başlar. (Her gecenin sabahı vardır, sözünü anımsayalım.)

Yıldırım ‘evrensel anlamda birçok dilde ve türkçede’ toq/tak/trak gibi konuşma sesleriyle veya bu sesin türevleriyle ifade edilir: yal-tırım, yal-tırık, yıldırım başka dillerde de türevleri olan sözcüklerdir; bu kod Yunan mitolojisinde Elektra (ki çakır/şimşek gözlüdür) adlı doğadaki evrensel adaleti isteyen kadın kahramanda ve giderek elektrik sözcüğünde yaşamaya devam eder. Bu sözcüklerde yal- bölümü yıldırımın kaygan geçişli ışığıyla; tırık/tırak bölümü yıldırımın sesiyle ilişkilidir. Yıldırımın sesi ve görüntüsü ile başlayan değişim ise ilkbahar, yani kıştan sonraki yeni bir hayat, mevsimlik evrendoğumdur. Yıldırım yerle göğün birbirine dokunmasını, değmesini, değişmesini sağlayan göksel ateşten çatallı ‘değnek’tir (sihirli değnek) veya çatallı ağaçtır, ağaç köküdür. (Benzeştirim mutlaka işe koyulmaktadır.)

Tog- koduyla başlayan sözcük-zincirinden yeni bir zincir çıkar: tog-un-mak (dokunmak), teg-mek (değmek), değişmek, değişim semantiğine bağlı sözcükler teg- koduyla yapılır: Dokunmak ve değmek sözcükleri değişimi başlatan edimin değmek ve dokunmak olduğunu anlatırlar: Bu dünya görüşünde iletişim çok önemlidir ve somut - soyut dokunmayı /değmeyi önermektedir. Güneş ve yıldırım yerle gök arasında devindikçe, yere ve göğe, ağaca, suya ışıktan/ateşten elleriyle dokunup/değdikçe doğa değişir. Güneş ve yıldırım uzamda (mekânda) ve zamanda değişimin dokunarak, değerek gerçekleştiğini en büyük boyutta gösteren ‘model simge’ varlıklardır. Şamanlar/Kamlar bu göksel varlıklarla modellemeler yapar, insanlara onları örnek gösterirler. Hikâyeler uydururlar ki merak ve ilgi uyandırsın, inandırıcı olsun; insanların hısımı, yakını bilinsin. Kamlar kendi çıkarımlarını ve yaşlı şamanlardan aldıkları eski bilgi birikimlerini, deneyim birikimlerini ışıklı gök varlıklarına aktarırlar. Togunmak/dokunmak, tokmak (değiştiren/öğüten araç), dokuma, teg-mek/değmek, değnek, değişim, değişmek, değirmen (öğüterek değiştiren) bu zincirin sözcükleridir. ‘Tek’ olan değişmez: Değişim için en az iki şeye ihtiyaç vardır: Teg- (değmek) ve tog- (dokunmak) ile değişim başlar: Togru/doğru olan iki karşıtın birbirine değmesi ve birbirini değiştirmesidir. Tek (bir, çoğul olmayan bir’i kasteder. Bir demekle yetinmeyiz, çünkü bir kavramı Şaman düşüncede birden fazladır. Ama tek, iki değildir, bir’den daha kesin biçimde tek’tir. Teg-mek eylem sözcüğü tek’ten yapılır, tekme sözcüğü de öyle. Değmek eylemi cinsel ilişkide veya şefkat dolu bir sevme tarzında okşamak şeklinde olabildiği gibi, döğüşte ‘tekme’ biçiminde gerçekleşebilir.7

Yıldırımın sesi, konuşma dilinde tog- işitim kodunu ortaya çıkarmış ve togru/doğru kavramına –asla unutulmayacak bir sesle- yıldırımın sesiyle; ayrıca –asla unutulmayacak- muhteşem bir görsellikle, Güneş’in doğuşunun imgesiyle damgasını vurmuştur. Yerde ise memeli türün neslini devam ettirmesiyle ilişkilendirilmiş; nesiller kozmosa bağlanmıştır. Bu doğru her yerde herkes için doğru olduğundan evrenseldir: Her varlığın doğrulma (dik durma, onurlu yaşama, özgür olma) hakkı vardır; bu eşitlik ve adalet üzerinde uzlaşmakla aynı anlama gelir.8 İlk toplumsal yasalar, devlet ve yazı öncesi dönemde ilksel uygarlaştırıcı (kadın) şamanlar (Türkçede kam)  tarafından, gök yasaları örnek alınarak yapılmıştı. Fakat değişmeyen şey insan onurunun doğan ve doğrulan Güneş’le, yerle gök arasında doğrularak varolan ağaçla temsil edilmesidir. Kavramlar yoktu, onların yerini ilişkilendirmeler alıyordu.

Güneş her sabah yerin bağlarından kurtulur ve özgürlüğü temsil eden göğe yükselir, ama her akşam yerin bağlarına geri döner. Güneş gibi en görkemli varlık bile iki şey (özgürlük ve esaret) arasında varoluşunu gerçekleştirir; mücadelesi hiç bitmez. Ama bir de gecenin/karanlığın içinde gözle görülmeyen tuzaklar veya değerler vardır: O gerçekleri ise ‘karanlığın içindeki ışık’ olan ‘Ay’ ve bilge aydınlar sezer, söyler (ay, söylemek; aydur, söyler). Türkçenin derin yapısına kaydedilen bu önerme ise bir başka yazının konusudur.

 

Dipnotlar:
1)Emel Esin, Güneş’in sayısal simgesinin dokuz olduğunu yazar.  (Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, s. 88)
2)Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993, s. 212
3)S. N. Kramer, Sumerlerin Kurnaz Tanrısı Enki, Kabalcı, 2000, s. 163
4)Sümerlerin Kurnaz Tanrısı Enki, 235-)
5)Jolande Jacobi, C. G. Jung Psikolojisi, İlhan Yayınları, İstanbul, 2002,s. 164
6)Süleyman Velioğlu, İnsan ve Yaratma Edimi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2000, s. 205.
7)Teg-iş-mek ve tog-uş-mak sözcükleri diyalektik mantığın tez ve antitezi olan ikilisidir: Tegişmek uzlaşarak ‘değiş tokuş’ yapmak anlamında kullanılır. Tog-uşmak ise Kaşgarlı’da savaşmak anlamına gelir. Koçların birbiriyle tokuşurken (boynuzlarını karşılıklı tokuştururken) çıkan tok tok sesleri yıldırımın sesiyle özdeştir ve onu çağrıştırması ilişkilendirmeyi kolaylaştırır. 

8)Ahmet Tan Alman Anayasası’nın 1. Maddesini (5 Aralık 2014 Cuma günü) Cumhuriyet’teki köşesine taşımış: “Md. 1 – İnsanın onuru ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür. Md.2 – Cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, yurdu ve kökeni, inancı, dini veya siyasi görüşleri dolayısıyla hiç kimse mağdur edilemez ve hiç kimseye imtiyaz tanınamaz.” Ahmet Tan, onur sözcüğünü Türkçe Sözlük’ten aktarmış: “Onur ‘insanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, özsaygı, haysiyet, izzetinefis’tir. Ve ‘Başkalarınca gösterilen saygının dayandığı kişisel değer, şeref, itibar’dır.” Ahmet Tan daha sonra ‘Türk Vatandaşlar Konseyi Başkanı’ Prof. Yaşar Bilgin’in şu sözlerine yer veriyor: “İfade özgürlüğünü savunurken önemli bir değer olan insan onurunu asla unutmamak gerekir. İnsanlık onuru medeni yaşamın temelidir ve bütün değerlerin önünde olmak zorundadır. İnsan onurunun önüne başka değerleri koyacak olursak, insani değerler ve başta can güvenliği bile gerilere itilebilir.”

 

Copyright @ YildizCibiroglu.com 2015