Aşağıdaki makale Heykeltraş Teoman Germaner’in (Aloş) 2007’de Kibele Sanat Galerisi’nde açtığı sergi bitiminde Artist dergisinde yayınlandı.
ALOŞ: KARNAVALESK DÜNYAMIZ NEREYE GİDİYOR?
Yıldız Cıbıroğlu
“2007 yılının bugüne kadar izlenen en önemli birkaç sergisinden biri de Ali Teoman Germener’in, 10 Mayıs – 23 Haziran 2007 tarihleri arasında İş Sanat Kültür Merkezi Kibele Sanat Galerisi’nde açılan retrospektif sergisiydi. İnsanı “Dünyamız nereye gidiyor?” diye düşündüren bir sergi!”
Heykeller:Aloş erkin ölümcül yanını; aynı zamanda tehlikeyi, korkuyu, ürküyü hiçbir yumuşatma girişiminde bulunmadan yorumluyor. Canavar-kuş eğretilemesi üzerinden ve Doğu-Batı senteziyle yapıyor bunu. Tarihte korku / ürkü veren güç imgelerinin bazı topluluk ya da toplumların koruyucu imgesi olduğuna raslarız, ama onlar Doğu sanatında Batı’daki kadar ürkütücü değillerdir. Sevimli canavar, sevimli yabanıl hayvanlardır. Korkutucu ve acımasız nitelikleri en etkili biçimde veren savaşçı Asur’un yapıtlarında bile (örneğin çok ustalıkla betimlenen Cehennem levhasında) en kötü diye tasarlanan imgenin sevimlilik de taşıdığına tanık oluruz.(1) Çok uzak olmayan bir dönemden örnek verirsek çift başlı Selçuk kartalı çoğu yorumunda zariftir. Osmanlı minyatüründeki savaş sahnelerinde de şiddeti yansıtmaktan kaçınılmıştır. Batılı sanatçılar ise ‘korkunç ve acımasız olan erk’i betimlemek istediklerinde ne kadar naif yaklaşsalar da (örneğin Ortaçağ’ın maden zırhlarında) ‘en korkunç’ olanı betimlemeyi hedeflemişler ve gerçekleştirmişlerdir. Aloş’un önemli bir niteliği, heykellerinde, ‘erk’te korkutucu / ürkütücü olanı yırtıcı bir ‘canavar-kuş’ biçiminde var ederken, gerilimi düşürecek hiçbir yola başvurmamasıdır. Şiddet dolu gücün acımasız yanını ortaya koyarken, Batılı gibi onun dozunu en yüksekte tutarak ele almış; madenin sert, batıcı, dirençli karakterinden sonuna kadar ne yaptığını bilerek yararlanmış. Tuncun sarı rengi de altın parıltısını, zenginliği / görkemi algılatarak bu gücün etkisini artırmış.
Aloş’un Eski Orta Asya göçer halklarının (İskit, Altay, Tuva, Moğol, Sarmat vb.) sanatlarından ve Eski Çin sanatından ögeler katması Doğu - Batı dengesini, ele aldığı olgunun evrensel olduğunu getirmiş. Aloş’un yırtıcı, yabanıl kuşlarının arketipsel örneği, Altaylardaki Pazırık’ta donmuş bir kurgandan çıkan ve iyi / kötü kader veren, canlıları avlayan kuş-ejder imgesinde ortaya çıkmaktadır.(2) Dünyanın her yerinden sanat, kültür, bilim mirası her sanatçının emrindedir. Onlar bir dış uyaran etkisi yaparak sanatçının kendi içindeki arketipsel imgelerin sanat yapıtına aktarılmasını kolaylaştırırlar. “Kötü nedir, iyi nedir; kendi içimizdeki ya da evrendeki kötüyle nasıl baş ederiz” sorularına binlerce yıl sonra da yanıt arayan sanatçının, geçmişteki yorumları tanıması, sonra onları unutup kendi içinden çıkardıklarını sanata dönüştürmesi, bize sunması ancak böyle olanaklıdır ve son derece değerlidir. Sergide gördüğüm tunç kuleler (dünya direği / axis-mundi) ve üzerindeki tunç kuş heykelleri, dünya halklarından çoğunun en eski ortak sözlüğünde yer alan evrensel imgelerin (kabilenin hem iyi hem kötü hayvan ata-ruhları, kuş ongunlar, menderesler) Aloş tarafından kendi özgün çağdaş yorumunda yansıtılmasıyla vücut bulmuşlardır.
Aloş–video kaydındaki konuşmasında aşağı yukarı şunları söyler: “İnsanoğlunun en yüksek kuleyi yapma girişimleri sonucu, ortaya çıkan Babil kulesinde insanlar farklı dillerle konuşmaya başlayınca kimse kimsenin ne dediğini anlamaz oldu, çatışmalar başladı.” Aloş’un kuleler ve kulelerin üzerindeki yırtıcı kuşlar üzerinden anlattığı tam da bu izlektir.
Heykellerde iki öğe çok önemli: kuleler ve kulelerin tepesindeki yırtıcı, ürkünç kuşlar. Ortak bellekte kule ‘bilinç’in, yabanıl kuş ‘bilinçdışı’nın karşılığı olabilir. Bireysel baktığımız gibi ‘globalleşen dünya’ ölçeğinde de bakabiliriz: Kule, salt dikey büyümenin, yeryüzündeki yoksullarla arasına uçurumlar koyan görkemli varsıllığın, insanın eliyle ve beyniyle yarattığı uygarlığın, erkin, gücün, egemenliğin somut biçime dönüşmesidir burda. Yırtıcı kuş ise insanın bir türlü yok edilemeyen, uygarlık büyüdükçe o da büyüyen yabanıl, yıkıcı, bencil yanıdır. Şık kulenin içinde gizlenen tehdittir.
Öfkeli, sert, gövdesi köşeli dirsekler yapan, her yanı tırnak ve gaga gibi diş diş çıkıntılarla kaplı yaralayıcı kuşlar bazen kaplumbağanın üstündeki kabuğu andırırcasına kabuk, kanat, zırh arası bir örtünün altından uzatırlar boyunlarını. İnsanın en eski hayvan yanı en derin katmanların altında korunmuş ve fırsat bulunca çıkmıştır. Yüzey dokusunun dışarı fırlayan diş diş çıkıntılarla kaplı olması saldırgan karakterin, binlerce yıllık sınırsız ihtirasın kanserleştiğini, fosilleştiğini yine de ölmediğini, devam ettiğini gösteriyor gibidir.
Aloşnameler:
Aloşnamelerde “Bu karnavalesk dünya nereye gidiyor?” sorusunun karşılığını buluyoruz: dünya bir kaosa gidiyor, dengelerin bozulduğu bizim dünyamız!
Çini mürekkepli desenlere bakıyorum. Çoğu Aloşname ön çalışmaları başlığını taşıyor. 1972 tarihliler çoğunlukta olabilir. 1999 tarihli iki yapıtta da (birinin adı “İasos’tan İzlenimler”) diş diş çıkıntılarla oluşan ‘yer’ yürümeyi güçleştirici ve tehdit edici biçimde çizilmiş. Desenlerde de yanyana dalgalı çizgiler, girinti ve çıkıntılar, iniş ve çıkışlar var. Oyuklar... pililer, katlar… Kumaş kıvrımlarına benzer ‘yer’ kıvrımları… Raslantısal, başıboş, düzensiz gibi görünen, ama kaos gibi aslında kendi didgesi olan çizgiler. Labirentler...
Karanlık oyuklardan çıkan canavar, yırtıcı kuş başları, gövdeleri… yaratıklaşan insanlar... hiçbir şekilde bir ağacın, yaprağın, çiçeğin, çocuğun, içecek suyun, yumuşak bir kuş tüyünün yer almadığı bir yeryüzü! Her yer bu uzamda taş, maden, kıraç yer, kara oyuklar, tehdit edici saldırgan ve kabaran dalgalar gibi insan eliyle yapılmış bloklar. Ezicilik. Diken gibi batıcılık. Aloş günümüzdeki iklim değişimi, susuzluk, ekonomik dengesizlikler, çevre kirliliği, savaşlar, doğanın katledilişi, orman yangınları, çocukların geleceğinin ufuksuzlaşması vb. sorunları 1970’lerin başında görmüş.
Bir karnavalda yeraltının oyuklarından görmek istemediğimiz varlıklar (alter-ego mu?) dışarı fırlayıp resmi geçide katılıyorlar. Hayvandan çok değişime uğramış yaratık gibi iskeletler. 1972-1974 arası yaptığı soyut figüratif mumyamsı imgeler küvetin /lahitin içine konmuş, onlarla bütünleşmiş ölüler. Ölüler mi yoksa insanın öldürülen duyarlı yanı mı mumyayla korunmaya çalışılanlar? 1981 tarihli desenler: fabrikada madenden yapılmışçasına tuhaf figürler; ön ayakları tekerlekli, bazen dolap gibi eşyaların dört köşesinde yer alan küçük tekerleklerle biten yapma bacaklar; çene kemikleri vidalı, hattâ iki çene kemiği birbirine kilitli olanlar da var. Susmaya zorlanmışlar. Konuşmak, yemek içmek özgürlüğü yok. Sırtları tomur tomur çıkıntılarla kaplı. Doğadan uzaklaş(tırıl)an ve gitgide daha da bir örnekleş(tiril)en insanları mı temsil ediyorlar? İnsanın karanlıkta kalan kötü yanları mı? İlişkilerdeki sakatlanma, ruhlardaki ucubelik; insani olandan, duygudaşlıktan uzaklaşma mı?
Evlerle oluşan bir mahalle canavarın gövdesine dönüşmüş. Bir karabasan! İşte bir Aloşname daha (1970): inek ya da boğa figürü bile doğadan uzak, insan eliyle yapılan taştan bir bloğu andırıyor. Gövdesindeki pencereler onun bir ev ya da hapisane olduğunu çağrıştırıyor. Sığırın köpek dişleri yoktur, ama Aloş’un sığır figürlerinde ağızların içi köpek dişleriyle dolu. Genetiksel oyunlara gönderme mi? Şu günlerde İstanbul’u kuşatan inek heykellerindeki yorumlardan farklılar. Aloş’un inekleri ise bu şefkatli, sürekli veren hayvanların bile değişime uğradığını algılatarak dengenin bozulduğuna birkez daha vurgu yapıyor.
1974 tarihlilerde yaratıksal figürler ellerinde kargı, topuz benzeri bir silah ya da hançer tutuyorlar. Onların sanatla da ilişkisi yok değil. Bazıları keman, tef, kontrbas, piyano çalıyor. Ruhları sakatlanmış varlıklar sanat eğitimi almışların içinden de çıkabilir. Nazi Almanyasını ya da faşist İtalya’yı anlatan filmlerdeki, işkence yapan kişinin daha sonra evine gelip piyano çalmasını çağrıştırıyor. Sayıca az olmalarına karşın memeleri bir çift tunç kalkan gibi sert, duyarsız olan dişi varlıklar da var. Ana sevecenliği bilinmiyor! İneklerin ve anaların şefkatinin bozulduğu yargısı bütünlük kazanıyor böylece.
Bu, evrensel anlamdaki eleştirel sanat yapıtlarındaki mükemmelliği izlerken Aloş’un dünyanın vicdanı olarak kendini sanatta var ettiği, işçilikten de hiç ödün vermediği görülüyor. Aloş, herkese, hepimize (bireye, sisteme, topluma) içimizde gizlenen saldırgan, başkasına hayat hakkı tanımayan yanımızı gösteriyor. Onu uygarlık, refah ve kültür adına büyüttükçe, yarıştırdıkça; artık dizginlenemez bir güç ve irade haline getirdiğimize ayna tutuyor.