Sayı: 274, Nisan 2017 tarihli Bilim ve Ütopya’da yayınlandı.
BAŞ, BAŞKA, BAMBAŞKA (tez, antitez, sentez)
TÜRKLERİN GELENEĞİNDE İKİ BAŞKAN, ÇOĞULCU ve DİYALEKTİK DÜŞÜNCENİN TEMSİLİDİR
Türklerin kültürel genetik kodları çoğulcu, paylaşımcı, eşitçidir: Özellikle başlangıçtaki kadın kamların etkisiyle Türklerdeki zihniyetin ‘çoğulcu’, eşitçi, özgürlükçü, bütünselci bir yapıya sahip olduğu; dilin çok katmanlı yapısı araştırıldıkça ortaya çıkmaktadır: Anlamlı birimlerle oluşan ilişkilendirmeler ağında ‘karşıt ikililer’, neredeyse matematiksel bir dengeyle sözcük-zincirlerinde belirir: Onlarda ortaya çıkan anlayış ‘eşit karşıtlar’ ilkesi ve ‘evrenselci İkilibirlik’ (dikotomi) düşüncesidir. Dil, zihniyetle bir ‘bütün’dür, ondan ayrı düşünülemez. Osmanlıcada ise Ortadoğu’nun etkisiyle Tekçi (monist) yapı dilin üst katmanına sinmiştir. Çıkış yeri Ötüken Ormanı olan, en eski Şaman ataları orman halkından gelen ve çobanlığa geçildiğinde de etkisini sürdüren, orman halklarına özgü paylaşımcı ve eşitçi dilin/zihniyetin etkisiyle Türklerde en az ikili yönetimleri yeğleyen bir tinselliğin (zihniyetin) varlığını aşağıda bazı örneklerle göstereceğim.
Çoğulcu kültürel kodlara sahip eski Türklerde ‘ikili yönetim’ vardı. Türkçe konuşanların kültürel kodlarının kökeni orman halklarındaki Şaman tinsellikten kaynaklanır: Ormanın içindeki çok çeşitli ve farklı türlerin oluşturduğu ‘çoğul yaşam’, ormanda bir arada yaşayan avcı halklara çoğulcu bir tinsellik aşılamış, o halkların kültürel kodları, ormandaki varlıkların hem kendi özgül yapılarıyla bağımsız, hem de birlik içinde ve birbiirne bağlı süren yaşam dünyasına uygun biçimde oluşmuştur. Avcı toplumda Şamanın görevi, ‘oyun’ adı verilen gösterisiyle kişinin (hem kendi içindeki karşıtlarla hem toplumla hem de doğayla) bütünselleşmesini sağlamaktı. İnsan kapalı biyolojik bedeninin içinde de bütünselliği olan çoğul yapıdadır; bu çoğul yapısıyla ve bireyselliğiyle mikrokosmik sferi oluştururken; ‘yer ve gök’ ikilisi içerdiği şeylerle makrokosmik sferi oluşturur. Prof. Dr. Fuzuli Bayat yer ve gök’ün eşit hukuklu varlıklar olarak tasarlandığını yazar. “Göğün erkek, yerin kadın tasarımı aslında her ikisinin eşit haklara sahip olması düşüncesinde birleşen eski insanların esas özelliği idi. … Nitekim eski görüşe göre kadın ve erkek bir varlığın iki tarafıdır.”1 Ben “bir varlığın iki tarafıdır” demek yerine, “yeryüzündeki varoluşun (veya evrensel yaşamın) hem karşıt hem de benzeşik olan ikili – eşit taraflarıdır”, demeyi yeğliyorum.
Güney Sibirya’da ağaçtan doğan ikizler, Türk soyunun esasını ortaya koyar:2 Eski Türklerde örnek alınan “karşıt ikili başkanlığın” kaynağı Akşam ve Sabah Yıldızı’dır. Akşam Yıldızı Güneş battıktan hemen sonra gece göğünde görünür. Sabah Yıldızı ise Güneş doğmadan (tan vaktinden) hemen önce gece göğünde görünür. Bu ikili yıldız astral kır atı yönetir. Kır atın tüylerinin çoğu ak, azı kara olmak üzere iki renklidir. Türkler alacalı atları özellikle yetiştirmişlerdi. Çünkü alacalı at da karşıt ikiliyi temsil eder ve gece göğüyle ilişkili bulunur, uğurlu sayılır. Gece ak ve kara iki renkle oluşur. Yeniliklere (Güneş’e) gebe olan gecedir. Türklerin çoğulcu düşüncelerine ve doğayı gözlemleyerek edindikleri diyalektik mantığa ait daha pek çok örnek sayılabilir.
‘Baş’ okunan gösterge iki üçgenle oluşuyor: Türklerin ve Amerika yerli halklarının, Sümer’in mitolojilerinde ortak olan husus, iki önderli, iki yöneticili olmalarıdır: Kadın erkek birlikte yönetiyorlar. Eski Türk yazıtları Türk runiğiyle kayalara kazınarak yazılmıştır. Eski Türk yazıtlarını okuyan Hüseyin Namık Orkun, Bang’a dayanarak baş anlamına gelen ideogramı tanıtır: İki üçgenin bir araya gelmesiyle oluşan gösterge, evrensel dişil ilkeyle eril ilkenin bir araya gelerek dünyayı yönettiğini ifade eder.3 İki üçgenin uç uca birleştiği ‘baş’ okunan gösterge (‘yatay’ duran bir kum saatinin konumundadır) dikotomik bir yapıya işaret eder: Türk geleneğine uygun olarak yönetim iki kişi tarafından yürütülmektedir. (Ayrıca Türklerde bir de avcılıktan başlayarak, sorunların kadın erkek birlikte görüşüldüğü meclis vardır. Sümer’de de gençler meclisi ve yaşlılar meclisi bulunmaktadır.)
Reisi altta olan üçgenle reisi üstte olan üçgen yan yana eşit konumda çizilerek baş sözcüğünün yazı imi oluşturulmuş, böylece eşitlik sağlanmıştır. Burada iki üçgen birbirine simetrik olmakla birlikte ters yöne bakarlar: Biri sağa biri sola; ya da biri batıya, biri doğuya: Yön farkı gidilecek yolların, ya da hayat karşısında tutulacak tavırların karşıtlığını temsil eder. Karşıtlar arasında denge olduğunda evrende ve yaşamda da denge olur. Örneğin sağcı dünya görüşü ile solcu dünya görüşü arasında denge olması mutlak sağcı görüşle veya mutlak solcu görüşle yolu çizmekten daha iyi sonuç verecektir. Sağ ve sol yön ak ve kara kadar karşıtlığı anlatır. Söz konusu olan farklılığın ötesindedir. Tabii farklılar olacak, ama bize gerçeklerimizi gösteren, değişimi ve yenilenmeyi sağlayan eşit hukuklu karşıtların tartışması ve uzlaşmalarıdır. Eşit hukuklu olmak eşit hukukla varolmak anlamına gelir. Eşit hukuklu olmak insan varlığının ötesinde doğa varlıklarının varolma haklarını da içerir. Karşıt ikililer, görsel anlatımlarda (örneğin sembolik resim/ikonografi) simetrik gösterilmişlerdir: Simetrik olmaları, benzeşim özelliklerine işaret eder. Böylelikle karşıtların hem benzeşik hem de karşıt oldukları anlatılmıştır.
H. Namık Orkun’un bize tanıttığı baş anlamına gelen ve iki üçgenle oluşan gösterge binlerce yılın deneyimleri sonucu oluşturulmuştur. Kavramların olmadığı dönemde imge, simge ve onlar arasındaki ilişkilendimelerle bilgeliğe ilişkin düşünce anlatıldı. Karşıt ikililerin eşitliği düşüncesi sözcüklere ve görsel simgelere, göstergelere giren ve onlarla bize ulaşan bir düşünsel dizgedir. İki üçgen Türkçede iki kişiyle oluşan yöneticilere atıfta bulunur: Baş ve başka, karşıt ikilinin eşitliğini anlatmaktadır: Başka ‘ötekileştiren’ anlamında değil: farklı düşüncede veya karşıt düşüncede olana işaret eder. Olması gereken baş’la karşıt düşünceli başka arasındaki tartışma, (makul bir ölçüde çatışma da olabilir) ve eşit hukuklu uzlaşmadır. Karşıt ikili düşüncelerle tartışarak başlamak iyi bir başlangıç’a yol açabilir, başarı’ya götürebilir. Baş kodlu sözcük-zincirinde karşıt düşüncelere sahip kişilerin bir arada yönetmesi olumlanmaktadır. Baş - başka çoğulcu bakış açısısını; başlamak, başlangıç, yenilenmeyi temsil eder. Başkan sözcüğü, daha sonraki tekçi yönetimlerin döneminde tercih edilen bir kavramdı olasılıkla. (Her dilin içinde, dönemlere göre oluşan katmanlarda farklı özneler konuşmakta, farklı görüşler dile getirilmektedir. Hiçbir dil tekil özneyle oluşmaz, daima çoğul özneler ve çoğul düşünceler vardır.)
Yeni bir ‘başlangıcı’ başlatan ikili baş ve başka’nın uzlaşmasıdır. Başka ‘öteki’ anlamına gelmez, değersizleşmez. Başat sözcüğü baş ve başka arasındaki eşitliği ifade eder. (Başat, eşit/denk.) Her ikisine de eşit mesafeden bakılmaktadır. Baş ve başka ikilisi, sözcük-zincirinde şu kavramlarla ilişkilidir: başla-, başlangıç, başat, başarı… Kamlar (şaman) doğadan aldıkları örneklerle modellemeler yapıyorlardı. En çok da göğe bakarak örnek aldıkları ışıklı gök cisimleri ve doğadki diyalekti: Ay gecenin başı, güneş gündüzün başıydı. Fırsatları sırayla ve düzenli biçimde Ay da Güneş de kullanıyordu. Baş ve Başka sözcükleri güneş ve ay ikilisinden de çıkarılmış olabilir. Ancak yin yang gibi esnektr: kadın erkek, gece gündüz, yer gök, sıvak soğuk vb karşıt ikilileri de temsil eder; yani baş ve başka daima doğadaki diyalektiği, doğa düzenini, karşıtların çatışması ve uzlaşmasıyla yaşamın devam ettiğini, yoksa yaşamın biteceğini, yöneticilere hatırlatır. Burada karşıt ikililer arasında çatışma normalleştirilmiştir. Ancak çatışmadanın sonunda eşit hukukla daha iyi bir durum, düşünce, yöntem ortaya konulmalı ve işbirliği yapılmalıdır.
Baş, tez; başka, antitezdir; ikisinin arasında bambaşka (yeni bir şey, sentez) doğar. Baş – başka – bambaşka üçlüsü diyalektiğin tez – antitez – sentez üçlüsüdür ve sonsuzca tekrarlanacak, yaşam yenilenecektir. ‘Baş’ ile ‘başka’ en az iki farklının veya iki karşıtın bir arada olması gerektiğini, onların arasındaki tartışma ve uzlaşmadan yeni ve daha güzel bir şeyin çıkacağını (bambaşka); yeni bir başlangıç yapmak ve başarmak için bunun şart olduğunu bildirir. Başka, dilin derin yapısında ‘evrenselci İkilibirlik’ düşüncesi bağlamında ve olması gereken karşıt düşünceye vurgu yapar. “O bambaşka” dediğimizde, baş’tan ve ‘başka’dan çok farklı olan üçüncü ve yeni bir şeyi tarif etmekteyizdir.
Altay Bilik düşüncesinde iki Güneş vardır: ‘Güneş Ana’ ve ‘Güneş Ata’ gündüz göğünü birlikte yönetirler. Onlar yaşamın anlamını (cürümnin uçurı) teşkil eden mutluluk (ırıs) ile yaşamın amacını (cürümnin amadusı) teşkil eden sevinci (süüci) verir.4 Gece göğünü Ay, yıldız milletini ise Çolpan (Yıldızı) yönetir. Güneş’in özelliği tek olmasıdır. Batılı dillerde sol, güneş; solo, yalnız sözcüğü Güneş’e işaret eder. Fakat Altay’da ‘karşıt ikili’ ilkesi üzerine kurulu olan tinsellik, Güneş’i de kendi içinde ikili şeklinde tasarlamıştır.
Kün-ay: Yazgündönümünde Ay ve Güneş eşit koşullarda görüşür: Kün-ay eski Türklerin astral mitolojisindeki yorumlarına göre Emel Esin tarafından şöyle açıklanır: Gece’nin en parlak ışığı Ay ile gündüz’ün en parlak ışığı Güneş, yazgündönümünde karşılıklı görüşürler.5 Güneş gündüz göğünün en yüksek noktasındayken; Ay da, ‘gündüzleri yeraltında’ bulunduğuna inanılan ‘gece göğünün’ en yüksek noktasındaydı. Böylece Kün ve Ay biri gündüz göğünde, diğeri yerin altındaki gece göğünde, karşılıklı bir konumda ve simetrik bir tasavvurla birbirlerine eşit durumda bulunuyorlardı. Kün-Ay adı verilen bu astrolojik simgeye Türkler ‘beylik’ işareti olarak bakıyorlar ve Kün-Ay veya Künli-Aylı körüşdi diyorlardı.6 Kutadgu Bilig’de yerin en altındaki Ay, yerin üstündeki Güneş’le karşı karşıya gelirse dolunay olmaktadır. (137. dize ikilisi) Bu örnek de devlet yönetiminde göğün örnek alındığını anlatmaktadır.
İkili yönetim: Bahaeddin Ögel’in verdiği şu bilgi Türklerin çoğulcu anlayışını dile getirirken bir örnek verir: ‘Bir ormanda iki arslan ve bir mağarada iki ejderha olmaz” cümlesi Ortaasya göçebe Türklerine ait bir atasözü değildir, der. “Çinliler ‘gökte iki güneş ve yerde de iki Han olmaz,’ derlerdi.” diyerek Çin düşünce sistemiyle Türk düşünce sistemi arasında bir fark olduğunun altını çizer. (B. Ögel: 1993, 396) B. Ögel, F. Bayat, A. İnan aynı ortak görüşte birleşirler: Türklerdeki düşünce ‘Birci’ anlayışı reddediyor, değişimin temelini ‘karşıt ikili’de (veya İkilibirlik’te) buluyordu. Bunun nedeni doğayı örnek alan diyalektik mantıkla dünyaya bakılmasıdır. Sibirya’daki avcı toplumlarda, aynı zamanda ilksel uygarlaştırıcılar olan kadın kamların (Şaman) eşitlikçi, paylaşmacı ve özgürlükçü dünya yorumundan evrenselci İkilibirlik (dikotomi) düşüncesinin doğduğunu, Sibirya’dan yayıldığını düşündüren epeyce veri bulunmaktadır.
Teleüt mitolojisinde iki başkanlı yönetim: (Bir başka örnek Teleütlerin mitolojisinde: Kalgançı Çak (Dünyanın sonu, kıyamet) geldiğinde birçok tuhaf olay olur, her şey tersine döner: “Deniz dibinden dokuz parça kara taş çıkar, dokuz taş dokuz yerinden yarılır, her taştan dokuz çemberli sandık çıkar, her sandıktan demir atlı dokuz kişi çıkar, bu kişilerden ikisi başkan olur.” 7
‘Kızılderililerde’ simgesel ikizler öncü olur: Anadolu’daki bazı eski uygarlıklar (Çatalhöyük, Çayönü vb.), Mezopotamya’da Sümer, Altay/Türk, Amerika ‘nın yerli halkları, ‘karşıt ikili’ ilkeyi ve ‘evrenselci İkilibirlik düşüncesini benimsemişlerdir.Kızılderili mitolojisinde yer alan bir öykü; tek’in (tekilin) işe yaramadığını, tek’ten hiçbir şeyin olmayacağını, ikinin ürettiğini, üretici olduğunu, paylaşmanın, bilgeliğin ikiyle gerçekleştiğine inanıldığını gösterdiği için dikkate değer bir örnektir: Öyküde Kızılderili göçünün zamanı gelmiştir. Ama göçü yönetecek öndere ihtiyaç vardır. Gençler yaşlı bilgeye giderler. Bilge “Bir değil, iki öncü olmalı” der. Gençler “Ama kendisinin birinci öncü olmasını istemeyen, birbirine eşit durumda olan iki kişi nerede var? Bunlar kim olabilir” diye sorarlar. Sonunda her ikisi de cesur, güçlü olan ikiz kardeşler Çatah ve Çikasah’da karar kılınır.”8 Burada ikiz imgesi eşitliğin (farklı/karşıt düşünmenin, tartışmanın sonunda uzlaşmanın, cesur ve güçlü olmanın yanı sıra eşit haklara, fırsatlara sahip olmanın) simgesidir. Çatah ‘birbirine çatmayı’, bir araya gelmeyi; Çikasah ise ‘karşı çıkmayı’ anlatan Türkçeye hısım iki ad sözcük gibi görünmektedir.
Yaratılış mitinde Tanrı, insan-şeytan birlikte uçar: Bahaeddin Ögel Türk Mitolojisi I’de “Altay ve Sibirya’daki Türk yaratılış destanlarında insanoğlu, sık sık Şeytan’ın da ta kendisi gibi görünür.” demektedir.9 Henüz dünya kurulmamışken Erlik ve Tanrı gökte birlikte uçar, yeryüzüne birlikte emek verirler. Altay düşüncesinde Tanrı – insan birliği, Tanrı–Şeytan birliği ya da (Erlik’in kendi ikili karakterinde) şeytan–insan birliği dünya yaratılırken mevcuttur. Tanrı ile insanın birlikte uçması yeryüzündeki yöneticiler için, günümüz deyimiyle bir ‘rol model’ olmaktadır. Evrenselci İkilibirlik düşüncesinde karşıtlar olmazsa değişim, yaşam olmaz; iyi kötü görecelidir, birbiiryle yer değiştirebilirler. Karşıtlar çatışır ve uzlaşırlar. Karşıt ikiliden biri yok edilirse yenilenme biter.
“Tonyukuk’un başlığı üzerine yerleştirilmiş olan çift başlı kartal”12 evrenselci dikotomiyi temsil eder.10 Kutadgu Bilig’de ‘Güneş ve Ay’ ikilisini örnek alan hükümdar ve vezir: Kutadgu Bilig İslâm dininin kabul edilmesinden sonra yazıldığı için, eski inanç sistemlerine ilişkin olan görüşler (örneğin kadın erkek eşitliği) eserde olumsuzlanır, ‘kadın’ güvenilmez olur. Buna rağmen, evrenselci İkilibirlik düşüncesinin etkisi sürmektedir: Bu düşünceyi Kutadgu Bilig’de hükümdarla vezir temsil eder: Hükümdar güneşe, veziri aya benzetilir ve bir ikili oluştururlar; birbiriyle tartışır veya uzlaşırlar. Hükümdar Kün Toğdı devlette adalet ve doğrulukla (kanunla) ilişkili hükümdar; Ay toldı ise mutlulukla ilişkili vezirdir. (Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, 2006: 353, 355, 462. dizeler) Bir gün hükümdar Kün Toğdı, Ay Toldı’yı huzurunda kabul eder: Fakat Ay Toldı onun otur dediği yere oturmaz. Bir top istetir. Top getirildiğinde onun üzerine oturur. Bunun üzerine hükümdar Kün Toğdı öfkeyle Ay Toldı’ya çıkıştığında Ay Toldı ona şu cevabı verir: Benim sana gelişim ve yaptığım hareketler yaradılışımın icabıdır. Sen bana yer gösterdin, ben oraya oturmadım. Benim için yer yoktur, demek istedim. Bunu örneklemek için ve neye benzediğimi göstermek için yere bir top koydum. Dümdüz yerde top nasıl yuvarlanırsa ben de öyle yuvarlanırım (620’den 670. dizeye kadar anlatılanların özeti). Kutadgu Bilig’de “Yaşık (Güneş) ile Ay karşı karşıya gelirse dolunay olur” deniliyor (137. dize). Bunun açıklaması Dr. Emel Esin’de de vardır: “Ay ve Güneş (tün ve kün gibi) iki karşıttır.” Onların karşılaşmasıyla dolunay olacağı inancı; evrenselci İkilibirlik anlayışı bağlamında, “güzel/iyi/doğru ancak karşıt ikili arasında doğabilir” anlamına gelmektedir (ya da tek olandan hiçbir şey çıkmaz, denilmektedir).
Moğollarda iki yönetici: (gök) mavi kurt ile (yer) boz geyik çifti: Jean-Paul Roux Cengiz’le karısı Alan Koa’nın evliliğinde etobur hayvanla otobur hayvanın birleşmesini olağanüstü değerli bulduğunu yazar.11 Yanı sıra bu, gökle yerin evliliğidir. Geyik yer’i temsil eden hayvan! Jean Paul-Roux, Gabain’in eski Türklerde geyiğin toprağı simgelediği hakkındaki görüşünü hatırlatır. Geyiğin (eligin) çatallı boynuzları bir ağacın dikotomik konumdaki dallı budaklı iki ana dalını anıştırdığı için olmalı; geyik analojizm (benzeşimcilik) yoluyla yer’le, boynuzları ise dağın tepesindeki ağaçla özdeş sayılmaktadır. Jean- Paul Roux Moğolların Gizli Tarihi’nde, Cengiz Han’nın kökeninin Börteçine (mavi kurt) olduğunu ve mavi kurt’un göğü simgelediğini; karısı Alan Koa’nın ise beyaz dişi geyik olduğunu söyler. (Tu kiular gibi Moğollar da kendilerini gökle akraba sayarlardı.) Bir yandan da Alan Koa’nın adı olan Koa, ‘boz’ veya ‘kahverengi’ anlamına gelmektedir. (Agy, s. 351) Koa adıyla bu imparatoriçe yeri temsil etmektedir, Yer-ana’yla akraba yapılmaktadır. Efsanede Cengiz’le Alan Koa’nın evliliği, Gök’le Yer’in evliliğinin yeryüzündeki karşılığıdır. Ağaçla özdeş boynuzlar, yerle özdeş geyik, gökle özdeş kurt zaten farklı varlıkların bir araya gelebileceğini, metaforik anlamda açıklamaktadırlar. Yer ve gök, gece ve gündüz kozmik karşıt ikililerdir ve kadın ve erkek eşitliği, onlar model gösterilerek, eski Türk düşüncesine sağlam bir biçimde yerleştirilmiştir.
Cengiz Han İmparatorluğu’nun minyatür albümüne baktığımızda, Cengiz’in soyunun kullandığı imparatorluk sarayından önemli sahnelerin minyatürlerde canlandırıldığını görürüz. Resmi törende imparatorla karısı birlikte geniş bir tahtta birlikte otururlar. İmparatorluk sözleşmesine birlikte mühür basarlar. Türk hakanları da eşleri hatunlarla aynı şekilde erki paylaşmışlardır. Devletin bir Kağan ve Khatun’u (kral ve kraliçesi) vardır, iki kişilik bir tahtta yan yana otururlar. Bir tahtı paylaştıklarını ilân ederler. Topkapı Sarayı’ndaki tahtlardan sergilenenler arasında iki kişilik taht geleneği biçimsel anlamda sürer. Ama hiçbirinde padişah karısıyla oturmamıştır, otururken gösteren bir minyatüre de rastlanmaz. Minyatürlerde iki kişilik tahtta padişah tek başına oturmaktadır. Asya’da evrenselci İkilibirlik düşüncesinden doğan kadın erkek eşitliği, monist anlayışlı Osmanlı’da terk edilmiştir.
Oğuz Han –destanda- aile olmasından devleti örgütlemesine kadar, yerle gök arasındaki dengeyi gözetir: İslâm dinine giren Türklerde kamlık tinselliğinin birçok özelliği devam eder: Yer’le gök arasındaki denge, yerle gök arasındaki Oğuz’un (kişioğlu) ilişkilerinde ve beylik/devlet ilişkilerinde de ortaya çıkar. (Gece göğünde yıldızlar kendi içinde uyumlular. Yerde ormanda yaşayan varlıklar kendi içinde uyumlular, nesilleri yok olmuyor. Eski Türkçede yıldız kavramı temel, kök, soyun kökü anlamında da kullanılmıştır. Menşe mitlerinin en eskisi ağaçtan, ormandan türer.12 Gökte, soyun kökü olan ıldızlar, yerde de soyun kökü olan ormanlar/ağaçlar vardır. Bu imgeler, fenomenal algıyla doğadaki çoğulcu dünya görüşünden miras alınmışlardır. Oğuz Han soyun başıdır, devlet kuran bir yönetici, seçilmiş kişidir: Onun soyundan gelecek olan toplum yöneticileri de gök soylu ve ağaç soylu olmalıdır. Yıldız/gök köklü ve yer/ağaç köklü olarak mitte belirlenmiş olur. Zaten yerde ağaçlar, gökte yıldızlar Oğuz’un iki eşi tarafından temsil edilirler.
Oğuz’un ilk eşini gökten inen bir yıldız olarak görmesi; ikinci eşini ise ağacın kovuğunda (ağaçla özdeş olarak) bulması Türkçenin kodlarındaki gök ile yer, ıldızlar ile orman arasında konumlanan insan tanımına uyuyor. Oğuz Destanı’nın Uygur varyantında, Oğuz birinci karısını ilk kez, gece gökten inen bir ışık olarak görür: Genç kadın gökten ışık içinde iner, başında da “Altın Kazık yıldızı gibi ateşten ışıklı beni” vardır.13 Oğuz ikinci karısını bir göl ortasındaki ağacın kovuğunda bulur. Yaklaşınca ağacın altında oturan güzelliğiyle göz alan genç kadını görür. O kadından da üç oğlu olur: Adlarını Gök, Dağ, Deniz koyarlar. İki kadından ilki yıldız, gök soyludur; ikincisi yer/ağaç soyludur. Oğuz’u aile etiği ve toplumsal etik açısından etkileyenler gökte ‘yıldız’ kadın ve yerde ‘ağaç’ kadındır.14
Çin kültüründeki yin-yang’la Türklerin kültüründeki ‘karşıt ikili’ ilkesi arasındaki fark: Oğuzlar döneminde İslamın etkisiyle ve siyasi amaçlarla çoğulcu geleneğe müdahale edildiği ve tekçi yapıya gidildiğini gösteren yazılı bir belgeyi aşağıda okura sunuyorum. Ancak sadece İslam’a bağlamak da yanlış olur. Bahaeddin Ögel’in verdiği şu bilgi Türklerin evrenselci İkilibirlik anlayışını dile getirdiği için önemlidir: “‘Bir ormanda iki arslan ve bir mağarada iki ejderha olmaz’ cümlesi Ortaasya göçebe Türklerine mahsus bir atasözü değildir. Çinliler ‘gökte iki güneş ve yerde de iki Han olmaz,’ derlerdi.”15 B. Ögel bu tespitinde haklıdır: Türklerdeki düşünce ‘Tekçi’ anlayışı reddediyor, değişimin temelini ‘karşıt ikili’de (veya İkilibirlik’te) buluyordu. Bunun nedeni kamlıktan (şaman) gelen doğayı örnek alan diyalektik mantıkla dünyaya bakılmasıdır. Sibirya’daki avcı toplumlarda ilksel uygarlaştırıcılar olan kadın kamların (Şaman) eşitlikçi, paylaşmacı ve özgürlükçü dünya yorumundan evrenselci İkilibirlik (dikotomi) düşüncesinin doğduğunu, Sibirya’dan yayıldığını düşündüren epeyce veri bulunmaktadır. Kadın kam zihniyet kodlu toplumların ikili yönetiminden mutlak Tek’e geçildi:
İslamdan çok önce, Sumerler Samilerin stratejileriyle eriyip gittikten sonra (Kramer’de MÖ 2000) Ortadoğu’da yönetimlerin monistik bir yapı kazandığı ve kadın erkek eşitliğinin bozulduğu, bu anlayışın kemikleştiği, Kramer ve Bottéro tarafından birçok kez yazılmıştır. Babil ve Asur’da mahkeme kayıtlarını içeren binlerce tablette, özgürlüğü için hapse düşen tek kişiye rastlanmamıştır (Bottéro).
Orta Asya’dan göç eden ve Anadolu’ya yerleşen Oğuzlar, geldikleri yeni topraklarda komşularının yönetim biçimlerinden etkilendiler. (Örneğin İran’da hakim olan zihniyet, Ahura-mazdacılıktan gelen ‘iyinin kötüyü yok etmek’ olduğu zihniyettir. Bu inanç sisteminde iyi mutlak iyi, kötü mutlak kötüdür. Onlar sürekli aralarında kavga ederler. Türklerin evrenselci İkilibirlik düşüncesi’nde ise mutlak iyi, mutlak kötü yoktur. Birbiriyle yer değiştirebilirler.) Türkmenlerin şeceresini yazan Ebülgazi Bahadır Han’ın verdiği bilgiye göre Oğuz’un oğlu Kün Han’ın başkanlık ettiği, halkın da yığıldığı toplantıda bir andlaşma yapılır: “Hiç kimse iki kişiyi (padişah olarak) tahta çıkarmayacaktır. Han bir tane olursa, ilde düzen kurulur (Han bir olsa, il tüzelür). İki tane olursa, il bozulur (İki bolsa, il bozulur). Eski çağların bilgili insanları boyuna deyip durmuşlardır ki: ‘Bir kına iki kılıç sığmaz’ (Bir kınğa iki kılıç sığmas); ‘İki erkek bir kadınla evlenip de oturamaz’ (Bir hatunı iki er alıb olturabilmes); ‘Bir çadıra iki şeref yeri sığmaz’ (Bir yurtğa iki töre sığmas).” Bir büyük kâğıda bu anlaşmayı yazdılar. Kün-Han ve kardeşleri, ilin ileri gelen ihtiyarları, öne çıkmış yiğitleri bu kâğıda adlarını yazıp mühürlerini bastılar.16 Dikkat edersek, Ebülgazi’nin adı ve örnek verdiği atasözleri Sami, Fars etkisini göstermekte; daha önceki dönemlerdeki iki yöneticili anlayışı unutturmaya çalışmaktadır. Ama dolaylı biçimde daha önce ‘sorunu tartışan’ iki başkanlı (çoğulcu) yönetimin varlığına da işaret ederek bizi –amacı dışında- bilgilendirmektedir.
İbni Rüşd’e göre tekil ve çoğul: Asya’dan başlayıp Osmanlı’ya kadar gelen görsel betimlerdeki simetri merakının temelinde de, şamanlıktan tasavvufa taşınan bu arketipsel düşünce yatar. Tek yerine iki’nin, iki şey olduğunda eşitliğin, çoğulculuğun önemi vurgulanır. Onur Bilge Kula Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans adlı kitabında İbni Rüşd’ün “Her tekil birey, tarihsel gelişimin bir ürünüdür ve bu yönüyle çoğuldur.” sözüne yer verir. Bilge Onur Kula kendisiyle yapılan bir söyleşide bu çıkarımı; İbni Rüşd’ün “Din ile Felsefe Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi” adlı yapıtında “tekçiliğin hiçbir düşünsel ve insani açılıma olanak vermediğini” ortaya koyduğunu söyleyerek açıklar. İbni Rüşd’e göre “Tek(lik), bir çıkış noktasıdır; başlangıçtır. Çok(luk) ise, bu başlangıcın kendisini açıklayacağı ortamdır.”17
Osmanlı 600 yıl sürdüyse -dünyada en uzun süren hanedanlık olduğu bilgisi doğruysa-, asıl sorun burada değil mi? Karşıt düşünceye hiç fırsat vermemiş, karşıtını ortadan kaldırmış. Amaç, bir soyun/hanedanlığın tahtta en uzun sürmesi mi olmalıydı; yoksa ülkenin ilerlemesi, halkın refah seviyesinin, okuma düzeyinin yükselmesi, çağını anlaması ve zamana uygun biçimde dünyadaki yerini alması mı amaçlanmalıydı? Osmanlı’da belki farklı boyutlarda çoğulcu düşünceyle, kültürle karşılaşabiliriz. Ama Osmanlı hanedanlığında egemen düşüncenin Tekçi (monist) tutum olduğu anlaşılıyor: Yarışacağı, çatışacağı, tartışacağı ve uzlaşacağı karşıtları yoktu; kendini yenileyeceği farklı düşünceler yoktu! Çünkü Tekçi dünya görüşünde karşıtlar yok edilir, düşünce hayatını Tekçi yönetim biçimlendirir, herkes aynı şeyi söyler, birbirinin kopyası olur.
Dipnotlar:
1) Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi 1, Ötüken, 2007, s. 25
2) Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi – 1, Ötüken, 2007, s. 180.
3) Hüseyin Namık Orkun, Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları 529, Ankara, 1987, s. 621/211. (İdeogram, bir düşünceyi ifade eden göstergedir.)
4) G. Ahmetcan Asena, Nikolay Şodoyev’in Diliyle Altay Bilik, Pan Yayıncılık, s. 81
5) Yazgündönümü, 21 haziranda yılın en uzun gününe verilen addır. Güneş ışınları Kuzey yarıkürede yılda bir kere, 21 haziranda yengeç dönencesine 90 derecelik dik açı ile düştüğü için yılın en günü yaşanır.
6) Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı, 2001, s. 68
7) Abdülkadir İnan: -Tarihte ve Bugün- Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, 25
8) Alice Marriott / Carol K. Rachlin, Kızılderili Mitolojisi, Çeviren: Ünsal Özünlü, İmge Kitabevi, 2003, s. 109.
9) Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi – 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993, 478
10) Mitolojiler Sözlüğü I, Yves Bonnefoy, Dost Kitabevi, 2000, s. 378
11) Jean-Paul Roux: 2000, 351
12) Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi – 1, Ötüken, İstanbul, 2007, s. 181
13) Prof. Dr. F. Bayat, Oğuz Destan Dünyası, Ötüken, İstanbul, 2007, s. 273
14) Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Oğuz’un bir adanın ortasındaki ağaç kovuğunda bulduğu hatun konusunda “Biz bunu yer güçlerinin kızı ya da sembolü olarak kabul etmiştik” diyor. (B. Ögel, Türk Mitolojisi – II, 1995, s. 484
15) Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi – 1, Türk Tarih Kurumu, 1993, s. 396
16) Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi – 1, Türk Tarih Kurumu, 1993, s. 220
17) Gamze Akdemir’in Onur Bilge Kula ile röportajı için bkz: Cumhuriyet Kitap, sayı 1140, 22 Aralık 20011, s. 4