AĞAÇ DİLİ VE ETİK:
Evrensel ‘çalmak ve çalışmak’ karşıt ikilisi dilin mantığında ne anlama gelir?
Yıldız Cıbıroğlu
Eski Türk Şaman geleneğinde doğrular sınıflandırılmış ve (Ay, Güneş, Venüs Gezegeni gibi) göksel ışıklı varlıkların her birine uygun görülen doğru söyletilmiştir. Doğadaki gece-gündüz, sıcak soğuk, kış yaz, ateş su, yer gök, kadın erkek ikilileriyle, devamlı karşılaşan insanlar karşıt ikilileri doğa ve asıl da göksel düzenin temel yasası, değişmeyen ilkesi saymışlar, yaşamın bu karşıtlıkla sürdüğünü düşünmüşlerdir. Bunlar hep düzenli biçimde tekrarlandıkları için, karşıt ikililer insanları etkilemiş, karşıt ikililerin eşitliği ilkesini benimseyip topluluk/toplum düzeni için de model göstermişlerdir. Karşıt ikililerin eşitliği ağaç tarafından da güçlü bir biçimde temsil edilmiştir. O aynı zamanda yerle gök arasında dik durarak veya ayakta (daima uyanık) durarak varolmaktadır. Yaşadıkça direnmek, dik durmak, üretmek, çalışmak, mücadele etmek gibi çok ciddi insani edimler ‘doğru yaşam’ kategorisi olarak ağaçta modellenmiştir. Aynı zamanda bir uyarı yapılmıştır konuşucuya: Ağaç çalışmakla çalınmak arasında var olmaktadır. “Meyveli ağacı taşlarlar” sözü de bunu anlatmaktadır. Ağacın meyvesini, odununu, türüne göre yaprağını, kabuğunu çalmalarına rağmen o büyük bir sabır ve tahammülle üretmeye, üreterek varolmaya devam eder. Bir sabır ve tahammül anıtıdır. Bu yüzden Şaman tinsellikte ağaca karşı terbiyeli, etik davranmak şarttır: Ağaçtan izin alınarak meyve toplanır. Meyveler bir insanın ihtiyacı kadar alınmalı, başka insanların ve hayvanların payına dokunulmamalıdır. Lévi-Strauss Amerika yerli halklarında bir bitkiden şifalı kök, yaprak, kabuk toplanırken, bitkinin dibine bir sungu konulduğunu belirtir. Böylece bitki ruhunun gönlü alınır. Buna ilişkin örnekler verir.
Dilin içinde, çal- kodlu sözcükler temelinde, üç farklı anlam aynı kökle gösterilmiştir: Çalışmak (çalışmak); çalışmak (=savaşmak – bkz:Tietze); çalmak (hırsızlık). Bu üç kavram ‘evrensel etik’le ilgili ve ağaç eksenli bir sözcük-zincirinin anahtar sözcükleridir. ‘Ağaç yolu’ tinsel yükselmeyi anlatır; çal- kodlu sözcük-zinciri ise ağacı model alarak hayatta tutulacak ‘doğru’ yolun, diyalektik çelişkiyi bilmek olduğunu gösterirken, tehlikelere karşı uyarı işlevini de yapar. ‘Ağaç dili’nin mantığı diyalektik mantıktır. Çal- eylemi tek başına vurmak anlamına gelir. Ağaç hem vuran hem vurulandır. Sopa ondan yapıldığı için dolaylı biçimde vuran, baltayla vurulandır (baltanın sapı malûm). Bir başka büyük vuruşla da karşılaşabilir ağaç: Çal- kodu kökende yıldırım-şimşek-ağaç ilişkisindeki gerçekliği anlatır: Yıldırım düşmeden önce bir anda şimşek çakıp söner. Sonra sesi duyulur, öfke, şiddet, ceza hissettiren ses. (Altayca calkın, şimşek, yıldırım; calt etmek, çakmak, parlamak; calkınçı, yıldırım taşıyan, Ülgen’in sıfatı.) Dağlarda yıldırımın yaraladığı tek tük ağaçlara rastlanır. Yanık izi kömürleşmiş, ağacın bağrında kapkara ve kocaman bir iz kalmıştır. Eskil yorumlara göre Tanrı (Çalap) eliyle cezalandırmış ağacı. Yaralı, ama dimdik, onurla ayakta! ‘Biat’ etmiyor, neden diye sormaya devam ediyor; fırtınaya, tipiye direniyor. Ağaç bu özelliğiyle dikkatini çekiyor insanın. Kişiyi temsil eden ağacı örnek alarak dik durma, soru sorma hakkını görüyor kendinde. Toplumu temsil eden ormandan, farklı ve birbirine karşıt varlıkların bir arada olabileceklerini, çoğulculuğu öğreniyor. Bu arkaik algı ve usa vurma dile yansıyor.
Eskiçağlarda dünyanın birçok yerinde yağmanın tekniği, avdan başlayarak şimşek hızıyla basmak (çalaçakmak – bkz: Tietze) ve kaçmaktı. Çalışmak sözcüğünün nişinde o dönemlerin izi kaldı: Çalmak, çalışmak (savaşmak, olumlu ya da olumsuz anlamda mücadele etmek) edimleri ile çalışmak (yaratıcılık, üretim, ortaya güzel veya yararlı bir eser koyma, insanı daha üst düzeye taşıyan olumlu bir iş çıkarmak) aynı kökle anlatıldı. Çetin Altan yıllar önce bir TV kanalında “Böyle dil olur mu, çalışmak ve çalmak aynı kökten” demişti. Oysa genelde de karşıt söylemler aynı dilin, aynı koda sahip sözcüklerin (veya sözcük-zincirlerinin) içindedir ve aynı gerçeğin iki yüzü olduğuna işaret ederler. (TDK Derleme Sözlüğü’nde çal, ala, karışık.) Türkçenin mantığı, bu ‘eşit hukuklu’ karşıt ikililer’in –ilksel diyalektik düşüncenin- üzerine kurulmuştur: Şaman, ‘oyun’ adlı gösterisinin başından sonuna dek elinde çatal ağaç dalı taşır. Çatal ağaç, dilin içindeki karşıt ikililerin görsel ve somut temsilcisidir. Şaman, çatışma ve uzlaşmanın birer olgu olduğunu, (insanın içinde ve dışında) bitmeyip devam edeceğini; karşıtların -eşitlik ve özgürlük içinde- uzlaşmayla daha üst düzeye geçeceğini bu tür göstergeler kullanarak anlatır.
Çal- kodlu ağaç türü varlıklar: TDK Derleme Sözlüğü’nde çal- ile başlayan ağaç, orman adları; çalıya yakın bazı ağaçların adları; bodur ağaç, maki, çalı anlamlarına gelen sözcükler var. Bunların içinde çalı çırpı anlamına gelen çal- kodlu sözcükler ağaç türleri arasında en fazla sayıda yer tutuyor: Çal, ormanlık, fundalık; çal, sulu düz ova; çal, taşlık yer, çıplak tepe; çalma, orman veya çalılık içindeki otu bol, sulak yer; çaltı, ormanlık, küçük orman; çalı bahçe; çalak, dallı budaklı ağaç; çalakop, çalı çırpı kesilen ağaç; çalma, ağaç dalı; çaltak, ağaç çatalı, budaklı dal; çaltaklı, budaklı (tahta için); çaltı, diken, çalı; çaltı, maki; çaltı, ağaç dalı; çaltı, akasya; çalıgaga, iğde; çalıboncuğu, yabani gül meyvesi; çal kirazı, beyaz kiraz; çalkur, kurumuş ağaç kökü parçası; çalık, bir tarafı yontulmuş ağaç. Ç sesinin ağaçta en çok işaret ettiği özellik ağacın çatalları, çubukları, yumruları, budakları gibi çıkıntılar yapan kısımlarıdır. Ç sesi türkçede çok yer tutan önemli ve çınlamalı bir sestir, ‘sorun’u gösterir; haksızlığa isyan edeni, isyan etmeyi ifade eder. Ağaç Ç sesiyle biter: Ağaç isyancıdır (Bahar isyancıdır – Onat Kutlar), tomurlarını ‘kışa isyanla’ patlatır, dallarını kendi ışık ihtiyacına göre uzatır, orman çatışma ve uzlaşma ile yenilenir ve ayakta kalır.
Arkaik ikonografilerdeki ve folklorik örneklerdeki algıya, uslamlamaya göre, ağaç (Hayat Ağacı) daima iki karşıtın arasındadır: İki karşıtın (tez, antitez) arasındaki ağaç sentezdir. Ağaç iki karşıta da aynı mesafede durur: Takvimi bilir, düzenli çalışır, kararlıdır: meyve verir, yaprak yapar, değişir. Ağaç şiddet kullanmaz, ışığı arar, yükselir. Kökleri yerde sağlam, tepesi gökte yeldedir. İnsan türü ona hayran olmuş, tapmıştır. Ancak ağaç, iki karşıtın arasında durumu ikircikli olanı da anlatır: Onun meyvesi alınmakla yetinilmez; bir de odunu, kerestesi için kesilir; toprağından, yerinden, ormanından çalınır veya ormanı çalınır. Asla ‘doymayan’ hırsıyla ün kazanmak için orman çalan ve ilk kez bu hırsızlığıyla kayda geçen ‘patolojik narsisistik’ Kral Gılgamış ile onun yoldaşı/uşağı olan Enkidu ‘arkaik tanrılar’ tarafından işledikleri suçtan ötürü cezalandırılırlar. Bir ormanın yok edilmesine karşı ilk farkındalık -ilk yazılı destan olan- Sumer Gılgamış Destanı’nda ortaya çıkar. (Tıpkı bu destandaki gibi günümüzde de ağaç/orman hırsızlığı geceleri yapılmaktadır.)Ağaç yaratıcıdır ve insan da yaratıcılığını onunla geliştirdiği için, uygarlığını ona borçludur. Büyük bir ağacın kesilmesi ve kerestesinden bir takım nesnelerin yapılması Anadolu halk şairlerinin (Yunus, Hatayi vb.) şiirlerine konu olmuş, kesilen ağacın acısını eşduyumla (empati) dile getirmişlerdir. Şaman zihniyetin sürdüğü bu şiirlerde, uygarlığın ana malzemesinin o döneme gelene kadar en çok ağaçtan elde edildiği tespiti de ortaya çıkmaktadır. Başlangıçlardan beri ağaçtan yapılan araçların, onlarla yapılan faaliyetlerin adları çal- koduyla başlatılmıştır. (Bkz: TDK Derleme Sözlüğü.) Çal- böylece ‘olumlu–olumsuz’ anlamda çalışmayla bağıntılı tümel bir sözcük-ağının ‘ağaç’ eksenli kodu olarak karşımıza çıkar. TDK Derleme Sözlüğü’nde bu sözcükleri bir ağ teşkil edecek kadar çok sayıda buluruz: Ç sesi çalışırken hareket halinde olan, birbirine çarpan şeylerin çıkardığı seslere de işaret eder. (Çalgı çalmak sözü de, şimşek ve gök gürültüsünü açıklayan bir kurgudan doğdu. Şimşek, Çalap’ın gök katında çaldığı (vurduğu) ışıklı eli, gök gürültüsü de o çaldıkça (vurdukça) gümbürdeyen davulunun sesi kabul edildi.) Çal- kodu Çolpan kültüyle de ilişkilidir. Çolpan, annesiz yabani hayvan yavrularını ele alıştırarak koyunu/keçiyi elcil (evcilden önce kullanıldı) yapan, çobanlığı icat eden, bu hayvanların yapağısını eğiren, ip, dokuma yapan ilksel uygarlaştırıcı kadınları temsil etti. Çolpan anonim bir addı. Uygarlaştırıcı kadının ölünce göğe çıkıp Çolpan (Venüs –Akaşam Yıldızı ve Sabah Yıldızı) olduğuna inandılar. Üreten, örneği görülmeyen nesneler icat eden bu kadınların eserlerini onlardan habersiz alanlar veya zorla alanlar olmuştur. Çolpan ayrıca ağacı kullanarak yerle gök arasında gidip gelen, yeryüzündeki insanlara dokumacılığı öğreten kadındır. Çalap (tanrı) onun daha sonraki değişkesi olabilir.
Olumlu anlamlar bağlamındaki çalışma kavramı ağacın özelliği olduğu gibi, olumsuz olan çalı, diken, budak, yıkım (güzün yaprağını dökme), kurumuşluk da (kışın ölü görünümü) ağacın özelliğidir. Ağacın bu özellikleriyle insan soyunun zayıflıkları arasında benzeşim (analoji) kurulmuştur: Çal kodlu sözcüklerde hem bedence çarpıklık, hem de etik değerler açısından çarpıklık çal- koduyla anlatılmıştır. TDK Derleme Sözlüğü’nde bu sözcükler genellikle çalgın, çalık, çalın- biçimindeler ve olumsuz anlamlar yükleniyorlar: çalğap, yağma; çalgın, hırsız; çalgın, deli, delimsi; çalgın, oynak, terbiyesiz; çalgın, cılız kalmış ekin; çalgın, donmuş veya hastalıklı meyve; çalgın, inmeli; çalık, uzun süre bakır kapta kalan tadı bozulmuş yemek; çalık, kaba, patavatsız; çalık, anası babası belli olmayan; çalık, serseri; çalık, oynak/ahlâksız; çalık, renksiz/kansız; çalık, kırpık kumaş; çalıkakıcı, yolkesiciliğe özenen; çalıklanmak, sinirlenip sözle çatmak; çalınmak, dedikodu yayılmak; çalıntı, cin tarafından ruhunun zaptedilmiş olduğuna inanılan çocuk. Çetin Altan’ın çalışmakla çalmak aynı kökten olur mu, diye itiraz ettiği ‘dilin içindeki mantık’, kabul edilemeyecek olan etik dışı davranışlara karşı tavrını sözcük-zincirinin bu bölümünde ortaya koyuyor.
İnsan kendinin bilincinde bir varlık olarak kendi içindeki ya da yönetenlerdeki çalma (hırsızlık), çalışma (olumlu), çalışma (savaşma) olgularını birbirinden ayırmayacak, ayırt edemeyecek, hesaplaşmayacak mı? Altaycada car- ile yapılan sözcükler bu soruya yanıt oluşturup tutulacak yolu gösteriyor: Car-, yarmak, kesmek; carım, yarı/yarım; cargı, yargı, mahkeme; cargıçı, yargıç; cargılama, yargılama; cart, gerçek; carı-mak, aydınlatmak; carı, ışık; carla, bildirmek; caraş, güzel. Zincirin anahtar sözcüğü car- (yarmak), çal- kodlu sözcük-zinciriyle bağıntılı. İki carım (yarım) eşit hukukla yargılanacak, doğru eğriden (eşit hukukla) ayırt edilecek. Sami Selçuk bir konuşmasında “‘Yarguç’ yarmak sözcüğünden gelir, yargıç tarafları adaletle ikiye yaran, ayırandır” demişti.Altaycada C ile başlayan sözcükler türkçede Y iledir. Bugün türkçede kullandığımız yar (uçurum), yarık, yarım, yarmak, yaratmak, yargı, yargıç, yargılama, yarluk (ferman, bildiri) sözcüklerinin temeli C ile başlayan yukardaki altayca sözcüklerdir.
Kaşgarlı’da carun çınar demek. Carun sözcüğü altaycadaki car- kodlu sözcük-zinciriyle bağıntılı görünüyor. İnsan soyunun ortak fenomenal algısında ve kavrayışında, ulu çınar (carun), kendi gövdesi dibinde kurulan yargıyı baştan sona takip eden; adalet için dik duran, soran bir yargıç olarak düşünülmüştü. Çınar sözcüğünün ilk bölümü olan çın (Kaşgarlı’da) doğruluk, doğruculuk olarak gösterilmiştir. İlksel uygarlaştırıcılar çınar ağacına baktıklarında onu fenomenal algıyla görünümüne göre betimlediler, animizm etkisiyle insan gibi bir ruhu, yüce/ulu bir kimliği olduğunu düşündüler: Çınar ağacının sağlam ve epeyce kalın düzgün gövdesi az bir yükseklikten sonra iki veya üçe ayrılır ve bu düzgün sağlam kalın dallar ikili ve üçlü yeni gövdeler oluştururlar. İki veya üçe ayrılan düzgün gövdeler, çınarın ayırt edici özelliğidir. Çınar ağacı ilkbaharda kabuklarını yeniler. Sonbaharda ise adeta benekli pars postu gibi kabuklar gövdeyi sarar. Şaman tinselliğinde bu değişim yazı gibi okunmaya elverişli bulunmuştur. Yaprakları ise avucu ve parmakları açık kocaman el biçimlidir. Yapraktan ellerinin kimseler görmeden kozalakları yapıp, dallarına iliştirdiğine, süslendiğine inanmışlardır. Çınarın kozalaklarına öykünen kadınlar eğirdikleri yün ipliklerden püsküller yapıp giysilerine, başlıklarına iliştirmişlerdir. O insana güç veren, güven veren bir ağaç olmuştur. Fakat en çok onun iki gövdeye ayrıldığı halde, ayrılan gövdelerin bir arada yaşamasını örnek almışlardı. Bir arada yaşayan farklı yönlere bakan iki gövde, hem birbirilerine bağlı, hem de birbirinden bağımsızlar. Karşıt ikililerin eşitliği düşüncesi için veya karşıt ikiliye aynı mesafede durmak için çınar örnek alınacak bir ağaç oldu. Çınara bir yücelik atfedilmiş, yan tutmayan yargılayıcı olduğuna inanılmıştır.
Arkaik algı ve uslamlamaya göre ağaç gerçektir, ortadadır, herkes her zaman onu aynı yerde görür; kaçmaz, ben duymadım, demez; o ‘doğru’dur. Altaycanın ve türkçenin içindeki mantığın çağdaş düşünceyle uyumunun nedeni, dilin temelinin orman halkının çoğulcu dilinden gelmesi, monist (Birci) olmamasıdır. Bugün halk “çalıyor ama çalışıyor da” diyorsa, bunun sağduyusuz/sağlıksız bir zihniyet sorunu olduğu ortadadır. Türkçe sözcüklerin yer yer terk edilmesiyle birlikte çal- kodlu sözcük-zinciri de parçalanmış, bir ilksel evrenselci dikotomik düşünceye dayalı kod dizgesi bozulmuş; insandaki adalet duygusunun, her bir konuşucuda –Şaman tinselliğine dayalı- ‘ağaç dili’yle içselleşmesi yolu çoktandır kaybedilmiştir. Onun yerini Ortadoğu’nun Babil-Asur’dan başlayarak Birci (monist), Baba merkezli, despot düşünceye dayalı, çalma ve çalışmayı olağan gören, biat yapılı zihniyeti ve kelimeleri almıştır. Ne var ki Ağaç Dili evrensel bir dildir, insan türünün kültürel genetik kayıtlarında korunmaktadır. Gezi’de ortaya çıkan o kayıtlardı (yani Richard Dawkins’in kuramlaştırdığı memetik)!
Dipnotlar:
1.Claude Lévi-Strauss, Yaban Düşünce, Çeviren: Tahsin Yücel, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1984, s. 64
*Yıldız Cıbıroğlu’nun ‘Gezi olayları’ndan esinlenerek, ağaç’la ilgili (konuşma dilindeki) sözcük kodlarını ve görsel imgelerini, semantiğini araştırdığı Ağaç Dili ve Etik adlı kitabından bir bölümün özeti.
Not: 25 Nisan 2014 - Cumhuriyet Bilim Teknoloji, sayı:1414, sayfa 18’de yayınlandı.