(Cumhuriyet Bilim Teknoloji, sayı 1450, 2 Ocak 2015’te yayınlandı.)

‘DOĞRU’YU NAMUS’A YEĞLEMEKTEKİ EVRENSEL HAKLILIK NEDİR?

Yıldız Cıbıroğlu (Güneş’e)

Doğan Kuban ‘doğru’ ile ‘namus’ kavramları arasında bir karşılaştırma yapıyor ve ‘doğru’ sözcüğünü evrensel nitelikli bulduğu için ‘namus’a tercih ettiğini söylüyor. (CBT 1435/19 Eylül 2014) Bu gerçekliği tog-, doğ- ile oluşan sözcük-zincirinde açıkça görebiliriz: ‘Evrensel’le ‘doğru’ ilişkisi bu zincirde, evrendeki tüm varlıkları kapsayacak şekilde, evrensel doğrular üzerinde ‘uzlaşmak’tan  kaynaklanır. Güneş ‘model-simge’ yapılarak ‘doğa’, ‘doğmak’, ‘doğrulmak’ ve ‘doğru olmak’ tümelde varlıklar için ‘varoluş’un ilkeleri olarak kabul edilir: Böylece somuttan soyuta geçilmekte ve ‘doğru’ kavramı da Güneş’in doğumuyla başlatılmaktadır. Bu yaklaşımda doğmak kavramı somut anlamından çok, Şamanlıktaki veya bilgelikteki ‘tinsel/zihinsel’ açıdan ikinci kez doğma olgusunu içerir.  Togu/doğu, Güneş’in doğduğu yer (Doğ- eski türkçede tog- biçimindedir.); togu (vatan, toprak; ancak yanı sıra fikirlerin doğduğu til/dil ve tinsellik de insanın vatanı, yurdudur: Kaşgarlı’da bir atasözü: “Toprak terk edilir, til terk edilmez” diyerek dilin tinsel toprak olduğunu belirtir.) Devam edelim: tug-mak (doğmak), toğom (tohum), tohur (ürün), toklu (bir yıllık kuzu), togu (örf, töre, düzen), togru (doğru), togru (bıçağın kabzasıyla kesici bölümü birleştiren düz ince demir), doğru, eğri olmayan, dürüst; doğruluk (etik), turuu veya tuuru (Şaman ağacı), togrul/toğrul (mitsel kuşun adı; Hayat Ağacı’nın tepesinde yaşayan ve destan kahramanı Er Töştük’ü erginleme sırasında içine alıp yeniden tinsel boyutta doğuran/dönüştüren, ona varoluşun gerçekliğinin tinsel ve bedensel doğrulma olduğunu öğreten kuş’un adı), togrul’, ‘doğrul’ (doğrul, doğru ol, dik dur, anlamında -B. Ögel-; örnek alınan modeller: Güneş’in doğumla başlayan doğrulma süreci ve her sabah yılmadan yeniden doğrulmayı sürdürmesi; ağacın asla yatık olmaması, ölene dek dik/doğrulmuş olarak yaşaması ve Hayat Ağacı’nın tepesinde daima doğrulmuş olarak duran toğrul kuşu; Tuğrul erkek adı Toğrul’dan gelir), doğa (esin kaynağı olan, gözlemlenen, örnek alınan, uyumlu yaşanan tabiat), doğan (Türklerde ongon, kutlu kuş; bu sözcük-zincirinin semantiği bağlamında ‘doğan’ ikinci kez doğarak yerin bağlarından kurtulmayı, özgürleşmeyi temsil eder).

Sumerolog Kramer Sumer şiirlerinin bazılarında “evrenin kuralı olduğu düşünülen ‘anahtar sözcükler’in  ve ‘örüntüler’in bulunduğunu” belirtir. (1) Tog- veya doğ- sözcük kodları da türkçenin derin yapısında avcılık dönemlerinden beri başlayıp korunan, anahtar sözcüklerle yapılmış bir örüntü, anlamlı bir dizge, bir zincirdir. Zincirdeki semantiğin temelini olgular, varlıklar arası ilişkiler ve insan olanlarla insan olmayanların -ayırt edilmeksizin- hep birlikte nasıl mutlu olacaklarına dair önermeler, çağrışımlar oluşturur. Sözcük-zincirinin anahtar sözcükleri bilindiğinde anlaşılmaları güç olmaz.  

Güneş’in varoluşunun, her sabah izlediği yolun tanığı olmayan yoktur: Güneş çemberinden her biri dik açı çizerek çıkan, doğru ve düz bir yol izleyen ışınlar; Güneş’in düz (eğri değil), doğru, dik olma durumuyla ilişkilendirilmesinde esin kaynağı olurlar. Orhon Yazıtları’nda tugsık, Güneş anlamına gelir. U sesi uzaydaki uzaklığı belirtir. U sesinden O sesine geçildiğinde O sesbirimi yuvarlaklığı, doluluğu anlatır. Tog- (ve türevleri) ile kodlanan bu sözcük-zincirini incelediğimizde ortaya şu çok basit doğa gerçeği çıkar: Güneşin doğuşuyla birlikte aydınlanan yeryüzü, insan tarafından daha iyi görülür/gözlenir, bilinir, anlaşılır duruma gelir; bu olasılıkla insansılardan beri deneyimlenen bir gerçekliktir. ‘Güneş gözle görülen doğrularla’ ilişkilendirilmiştir. (Pek çok ikonografide ve çağdaş resimde Güneş gören üst göz’dür. Kramer, “Sümer tanrıları içinde en güçlü olanı Utu’dur, yalnızca görünüşünde değil, Kutsal Yargıç ve Doğrunun Koruyucusu, yazgı tanrısı” olduğu için, der. -Sümerlerin Kurnaz Tanrısı Enki, 235-) Işıktan okları doğrulara işaret eder: İnsanın yarattığı bilgelik içinde etik kavramlar Güneş üzerinden oluşturulan ‘simgecilikle’ açıklanmaya başlanır: Güneş hiyerarşik davranmaz, bütün varlıklara ışınlarını eşit miktarda dağıtır; Sumer mitlerinden başlayarak, o, evrensel adalet, doğruluk/etik, eşitlik, gözlem yapma ve uslamlama, bilgi/bilgelik simgesidir. İnsan soyu gözle görülen doğrular ve adalet üzerine ürettiği düşünceleri, uslamlamayı Güneş’in doğuşuyla ilişkilendirmiş; en güçlü varlık (ışık ve ateş) olarak gördüğü Güneş’le doğru’yu (töre/etik) savunmuştur.

Güneş yol gösteren rehberdir: Jung (özetle) “bilinçdışında yalnızca bilinçdışının karanlıklarında bekleyen içgüdüsel baştan çıkarıcılar yok; insanoğluna aşağıya değil, daha ileriye doğru yol gösteren bilge ve aydınlık rehberler de vardır” diyor. (2) Sumer Gılgamış Destanı’nda Utu (=Güneş Tanrı; tu, doğmak) Kral Gılgamış’a rehberlik eden adil, bilge ve aydın bir ağabeydir. Aynı zincirin anahtar sözcükleriyle başka dillerde de karşılaşırız: İngilizcede true, doğru, hakiki, gerçek; truth doğruluk, hakikat: yunancada dogma, sorgulanmayan doğru, anlamına gelir. Hindistan’da doğum tanrıçasının adı Togors’dur ve oğlu Dana adını taşır.

Güneş’in doğuşu ile yeni bir fikrin doğuşu arasındaki benzeşim: Türkçe tog- zincirinde tug-mak (doğmak), tug-um (doğum), toğom (tohum), tohur (ürün), togu (örf, töre), togru (doğru); doğru (adil, eğri olmayan, hileye sapmayan), doğruluk (etik, hakikat), togrul/doğrul (dik dur, onurunla var ol) sözcükleri arasındaki bağıntılarda kendini çağrışımlarla hissettiren şey Güneş’in doğuşu ile tinsel fikrin doğuşu arasındaki benzeşimdir. Jung fiziksel doğumla yeni bir fikrin doğumu/tohumu benzeşimini arketipsel bağlamda ‘meyve veren sözler’ (logos spermatikos) olarak ele alır: “cinsiyetler arasında doğal bir tamamlayıcılık vardır, ve bu durum ‘bir çocuğu’ doğurmak gibi yalnızca fiziksel bir seviyede değil, aynı zamanda ‘spiritüel’ (=tinsel – YC) bir çocuk doğuran gizemli imgeler arasında da gerçekleşir.” (3) Yerle gök arasında tohumlanan ve doğrularak var olan Güneş gibi, düşünce tohumları da karşıt düşünceler arasında doğmakta ve insan soyuna göğe yükselen Güneş gibi ışık saçmaktadır. Prof. Dr. Süleyman Velioğlu (psikiyatr, felsefeci, ressam) ise doğumla yaratıcılık arasındaki ilişkiyi şu sözlerle açıklıyor: “Yaratma edimi çoğu zaman hep ‘doğum’ olayına benzetilmiştir Yaratma ediminin bilinçdışı’ndaki ilk etkisi şiddetli ve sarsıcı bir duygulanımla yaşanır; canlı varlığa biçim veren tohumun organizmaya düşmesi anında olduğu gibi bir aşkla.” (4)

Güneş her sabah iki karşıt enerji (yer – gök)  arasında yeniden doğan ‘yaşam enerjisi’nin tohumu ve ‘düşüncenin’ tohumu kabul edilmekte; sürekli değişimi ve tamamlanmamış/bitmemiş olanı  göstermektedir: Güneş, dişil yerle eril gök arasında devinir. Yer ve gök birbirine en büyük iki karşıt ve iki farklı varlıktır; bu nedenle ‘eşit hukuklu’ karşıt ikililer için ‘rol-model’ işlevi görürler: Onların arasında çatışma (ilkbahar öncesi yıldırımların gürlemesi, yıldırımların yakıcılığı) ve uzlaşma (ilkbaharda parlayan güneş, yağan ve toprağı yeşerten yağmurlar) vardır. Yer - gök karşıtlığında ‘çatışma’ ve ‘uzlaşma’, varlıkların dengesini bozmadan ve çevreyle birlikte daha iyi bir duruma geçmek koşuluyla kabul edilir. Yer - gök ikilisi ve ikisi arasındaki tohum/ ürün olan ‘Güneş’, bu çatışma ve uzlaşmanın en parlak, özenilesi çocuğu/meyvesidir. ‘Yer-gök-Güneş’ doğadaki diyalektiğin en görkemli ‘üçlü’sünü oluşturur ve diyalektikteki ‘tez -  antitez – sentez’i temsil ederler. Şaman zihniyet, doğadaki diyalektik mantığı örnek alır ve –dogma olmayan- ‘evrenselci İkilibirlik’ anlayışını oluşturur. Doğanın ve insan tininin içinde sayısız ikili karşıtlar, onlar arasında oluşan sayısız enerjiler ve o enerjilerden doğan sayısız yeni şeyler (aynı zamanda değişimler) vardır. Bu gerçeklik her tür insan-insan ilişkisinde, insanla insan olmayan varlıkların ilişkisinde, durumda ve olayda model gösterilir: Bu yazıda ‘tog-‘ koduyla başlatılan sözcük-zinciri tümelde Güneş’in ‘doğa, doğmak, doğrulmak ve doğru’yla kurulan ilişkisine odaklıdır. Zincirdeki sözcükler yaşamın anlamını ezelden beri sorgulayan insanın, tinsel dünyadaki yolları üzerinde yer alan ve uyaran bir tür trafik lambalarıdır.

Konuşma dilinde tog- kodunun kaynağı yıldırımın sesidir: Güneşin doğuşu ‘görsel imge’, yıldırımın sesi ‘işitim imgesidir’: Her ikisinin de ortak yanı, ‘yer – gök’ gibi karşıt ikili arasında’ ışık ve sesle başlayan enerjidir. Güneş’in doğuşu da -kolektif bilinçdışında- ses imgesiyle birlikte çağrıştırılır: Güneşin doğuşunun sesle ilgisi; orman horozunun Güneş’i görünce ötmesi ve kadınlar önceleri tan vakti doğum yaptıkları için, çocuğun doğar doğmaz birden duyulan ağlama sesidir. Her iki olgu da yinelenen gerçeklikler olarak bilinçdışında korunmaktadır. Bu müjdeye ilişkin sesler güneş’in doğuşundaki görkemli kızıllığa –günlük evrendoğuma- eşlik ederler. Güneş’in ‘doğuşuyla’ ve bu seslerle dünya ‘değişir’, her sabah yeni bir yaşam başlar. (Her gecenin sabahı vardır, sözünü anımsayalım.) Yıldırım ‘evrensel anlamda birçok dilde ve türkçede’ toq/tak/trak gibi konuşma sesleriyle veya bu sesin türevleriyle ifade edilir: yal-tırım, yal-tırık, yıldırım başka dillerde de türevleri olan sözcüklerdir; bu kod Yunan mitolojisinde Elektra (ki çakır/şimşek gözlüdür) adlı doğadaki evrensel adaleti isteyen kadın kahramanda ve giderek elektrik sözcüğünde yaşamaya devam eder. Bu sözcüklerde yal- bölümü yıldırımın kaygan geçişli ışığıyla; tırık/tırak bölümü yıldırımın sesiyle ilişkilidir. Yıldırımın sesi ve görüntüsü ile başlayan değişim ise ilkbahar, yani kıştan sonraki yeni bir hayat, mevsimlik evrendoğumdur. Yıldırım yerle göğün birbirine dokunmasını, değmesini, değişmesini sağlayan göksel çatallı ‘değnek’tir (sihirli değnek).

Tog- koduyla başlayan sözcük-zincirinden yeni bir zincir çıkar: tog-un-mak (dokunmak), teg-mek (değmek), değişmek, değişim semantiğine bağlı sözcükler teg- koduyla yapılır: Dokunmak ve değmek sözcükleri değişimi başlatan edimin değmek ve dokunmak olduğunu anlatırlar: Bu dünya görüşünde iletişim çok önemlidir ve somut - soyut dokunmayı /değmeyi önermektedir. Güneş ve yıldırım yerle gök arasında devindikçe, yere ve göğe, ağaca, suya ışıktan/ateşten elleriyle dokunup/değdikçe doğa değişir. Güneş ve yıldırım uzamda (mekânda) ve zamanda değişimin dokunarak, değerek gerçekleştiğini en büyük boyutta gösteren ‘model simge’ varlıklardır. Togunmak/dokunmak, tokmak (değiştiren/öğüten araç), dokuma, teg-mek/değmek, değnek, değişim, değişmek, değirmen (öğüterek değiştiren) bu zincirin sözcükleridir. ‘Tek’ olan değişmez: Değişim için en az iki şeye ihtiyaç vardır: Teg- (değmek) ve tog- (dokunmak) ile değişim başlar: Togru/doğru olan iki karşıtın birbirine değmesi ve birbirini değiştirmesidir. Tek (bir, çoğul olmayan bir’i kasteder. Bir demekle yetinmeyiz, çünkü bir kavramı Şaman düşüncede birden fazladır. Ama tek, iki değildir, bir’den daha kesin biçimde tek’tir. Teg-mek eylem sözcüğü tek’ten yapılır, tekme sözcüğü de öyle. Değmek eylemi cinsel ilişkide okşamak şeklinde olabildiği gibi, döğüşte ‘tekme’ biçiminde gerçekleşebilir. (5) Döğ- fiili ile yeni bir zincire gelmiş oluyoruz.

Eski türkçede togru, eli ‘kesmeyen kabza’ –yani uzlaşan- ile bıçağın ‘kesen bölümünü’ -yani çatışanı- birbirine bağlayan ‘düz’ ince demire verilen addır. Düz/doğru ince demir ‘iki karşıt’ın (içgüdüsel kesme ile yaratma) arasındadır. Bıçak yaratıcı nesneler yapmak ya da yok etmek için iki yönlü kullanılabilir. Doğ- köküyle yapılan sözcük-zincirindeki önerme “iyi ol”, “kötü olma” demek yerine “doğru ol” demektedir: Bu önemli bir farktır. Yıldırımın sesi, konuşma dilinde tog- işitim kodunu ortaya çıkarmış ve togru/doğru kavramına –asla unutulmayacak bir sesle- yıldırımın sesiyle; ayrıca –asla unutulmayacak- muhteşem bir görsellikle, Güneş’in doğuşunun imgesiyle damgasını vurmuştur. Bu doğru her yerde herkes için doğru olduğundan evrenseldir: Her varlığın doğrulma (dik durma, onurlu yaşama, özgür olma) hakkı vardır; bu eşitlik ve adalet üzerinde uzlaşmakla aynı anlama gelir. (6) Güneş her sabah yerin bağlarından kurtulur ve özgürlüğü temsil eden göğe yükselir, ama her akşam yerin bağlarına geri döner. Güneş gibi en görkemli varlık bile iki şey (özgürlük ve esaret) arasında varoluşunu gerçekleştirir; mücadelesi hiç bitmez. Ama bir de gecenin/karanlığın içinde gözle görülmeyen tuzaklar veya değerler vardır: O gerçekleri ise ‘karanlığın içindeki ışık’ olan ‘Ay’ ve bilge aydınlar sezer, söyler (ay, söylemek; aydur, söyler). Türkçenin derin yapısına kaydedilen bu önerme ise bir başka yazının konusudur.

Dipnotlar:
1)S. N. Kramer, Sumerlerin Kurnaz Tanrısı Enki, Kabalcı, 2000, s. 163
2)Jolande Jacobi, C. G. Jung Psikolojisi, İlhan Yayınları, İstanbul, 2002, s. 163
3)Jolande Jacobi, C. G. Jung Psikolojisi, İlhan Yayınları, İstanbul, 2002,s. 164
4)Süleyman Velioğlu, İnsan ve Yaratma Edimi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2000, s. 205.
5)Teg-iş-mek ve tog-uş-mak sözcükleri diyalektik mantığın tez ve antitezi olan ikilisidir: Tegişmek uzlaşarak değiş tokuş yapmak anlamında kullanılır. Tog-uşmak ise Kaşgarlı’da savaşmak anlamına gelir. Koçların birbiriyle tokuşurken (boynuzlarını karşılıklı tokuştururken) çıkan tok tok sesleri yıldırımın sesiyle özdeştir ve onu çağrıştırması zaten beklenmektedir.
6)Ahmet Tan Alman Anayasası’nın 1. Maddesini (5 Aralık 2014 Cuma günü) Cumhuriyet’teki köşesine taşımış: “Md. 1 – İnsanın onuru ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür. Md.2 – Cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, yurdu ve kökeni, inancı, dini veya siyasi görüşleri dolayısıyla hiç kimse mağdur edilemez ve hiç kimseye imtiyaz tanınamaz.” Ahmet Tan, onur sözcüğünü Türkçe Sözlük’ten aktarmış: “Onur ‘insanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, özsaygı, haysiyet, izzetinefis’tir. Ve ‘Başkalarınca gösterilen saygının dayandığı kişisel değer, şeref, itibar’dır.” Ahmet Tan daha sonra ‘Türk Vatandaşlar Konseyi Başkanı’ Prof. Yaşar Bilgin’in şu sözlerine yer veriyor: “İfade özgürlüğünü savunurken önemli bir değer olan insan onurunu asla unutmamak gerekir. İnsanlık onuru medeni yaşamın temelidir ve bütün değerlerin önünde olmak zorundadır. İnsan onurunun önüne başka değerleri koyacak olursak, insani değerler ve başta can güvenliği bile gerilere itilebilir.”

 

Copyright @ YildizCibiroglu.com 2015